hesabın var mı? giriş yap

  • zerre kadar suçu bulunmayan futbolcu. belki de biraz saf.

    kendinizi onun yerine koyun. gençliğinizin baharında bir futbolcusunuz. evlisiniz hatta belki yakında baba olacaksınız. fransa ikinci liginde oynarken bir anda kendinizi fransa'nın kalburüstü takımlarından metz'in sağ kanadında oynarken buluyorsunuz ve tüm otoritelerden övgü alıyorsunuz.

    derken devre arasında şampiyonluğa oynayan ve avrupa'da hatırı sayılır bir karizmaya sahip olan bir klübün "güvenilir bağlantılarını" kullanarak size talip olduğunu öğreniyorsunuz. kariyeriniz için büyük bir sıçrama olabileceğini düşünüyorsunuz. biraz da aceleci davranarak soluğu istanbul'da alıyorsunuz. ülkenizde aceleciliğinizi eleştiriyorlar ama siz doğru kararı verdiğinizi düşünüyorsunuz. 100. yaşını kutlayan köklü bir klüptesiniz. üstelik bu klüp temelleri fransızca öğretmeyi amaçlayan bir liseye dayanan camiaya sahip olduğundan lisan açısından sorun çekmeyeceğinizi, hem kendiniz hemde eşiniz müslüman olduğunuzdan da uyum sorunuyla uğraşmayacağınızı düşünüyorsunuz.

    başlarda her şey güzel gidiyor. taraftarın gönlünü kazanıyorsunuz zira türk futbol seyircisinin alışık olmadığı bir stiliniz, enteresan da bir tipiniz var. topu ayağınızdan çok beyninizle oynuyorsunuz. türk futbol seyircisinin dikkatini ve saygısını kazanmayı başarıyorsunuz ama türk futbolcusu sizi pek "sempatik" bulmuyor. her maç yediğiniz tekme sayısı artıyor. kafanızı kaldırıp hakeme bakıyorsunuz ama o size eliyle "kalk hadi kalk" işaretleri yapıyor. alışırım diyorsunuz ama yediğiniz tekmelerden futbol hayatınızın tehlikeye girebileceği düşüncesi aklınızdan çıkmıyor. ali tandoğan diye bir adamı gece kabuslarınızda size çift ayak girerken görüp terleyerek uyanıyorsunuz. bacağınızı kontrol ediyorsunuz. çok şükür yerinde.

    takımda da işler iyi gitmiyor. şampiyonluktan giderek uzaklaşıyorsunuz. bazı takım arkadaşlarınızın gördüğünüz ilgiyi kıskandığını öğreniyorsunuz. gol atınca veya asist yapınca size koşup taraftara hoş görünüyorlar ama kameraların olmadığı yerde sizle pek ilgilenen yok. zaten takımda pek bir bütünlük yok, yüzler gülmüyor, stadyumda teknik direktörünüze bir grup "hırsız" diye bağırırken diğer bir grup " i love you" diye bağırıyor. klüp içerisinde fazla konuşulmadığından hadiseyi gazetelerden takip ediyorsunuz.

    ama 3-5 kişilik bir grup şu uzun boylu, türk televizyonlarında sık oynayan filmlerin aktörlerinden birine benzeyen forvetin etrafında toplanmışlar fısır fısır konuşuyorlar. fesuphanallah deyip eve gidiyorsunuz. bu sefer de eşiniz mutsuz. o da genç olduğundan bir anda evi olarak gördüğü yerden uzakta bir ülkede yaşamaya başlamanın zorluklarını kaldıramayacak gibi görünüyor. neyse diyorsunuz işler olacağına varır alışırız bunların hepsine.

    bu arada başınızda futbolculardan "alacağımız yoktur" yazılı belgeleri imzalamasını isteyen "garip" bir yönetim kadrosunun olduğunu farkediyorsunuz. gerçi başkan hayatınızda gördüğünüz en uzun ve en asil görünüşlü futbol klübü başkanı. o nedenle güveniniz sarsılmıyor, lakin bakıyorsunuz bu riskli transferin bedelleri de gecikmeye başlıyor. eşinizin huzursuzluğuna, takımdaki sevgisizliğe bir de geç ödenen veya hiç ödenmeyen transfer taksitleri ekleniyor.

    nihayet lig bitiyor ve fransa'ya dönüyorsunuz tatil yapmaya. "gelecek sezon işler daha iyi olacaktır"diye düşünüyorsunuz. zira dilinizden anlayan ve ününü genç oyuncularla anlaşabilme yeteneğine borçlu kariyerli bir hocanız var. uzun boylu forvetin etrafındaki kalabalık günden güne azalıyor çünkü bir çok müridi yaş haddinden emekli edilmiş. takımda bir gençleşme hamlesinden söz ediyor herkes. sert futbol, parasızlık ,eşinizin uyum sorunu gibi dertler bu kısa fransız tatilinde yok olur diye umuyorsunuz.

    bu arada sizi bir anda fransa ikinci liginden şampiyonluk mücadelelerine kadar taşıyan menajeriniz koltuğunun altında incecik bir dosyayla evinize geliyor. dosyadan klüple olan sözleşmenizin bir kopyası ile avrupanın çeşitli klüplerinden gelen transfer tekliflerini çıkarıp önünüze seriyor. bir puro yakıp sözleşmedeki "alacağın tahsil edilmemesi durumunda sözleşmenin feshi"ne ilişkin maddeyi gözünüze sokuyor.

    kafanız karışık. omzunuzun üzerinde eşiniz belirmiş size "hadi kabul et" diyen gözlerle bakıyor. siz taraftarın tepkisini düşünüyorsunuz. iyi kötü bir sinerji yakalamışsınız çünkü "scarface" , "ferraribery" gibi lakaplar takılmış geleli bir kaç ay olmasına rağmen. tek başınıza olsanız kabul etmezsiniz belki ama yeni yeni filizlenen ailenizi düşünüyorsunuz. " ne olurdu alacağım ödenseydi de klüpler ve menajerler akbaba gibi kendi çıkarlarına işleyecekleri sözleşme maddelerinin üzerine üşüşmeselerdi. ben de bu zor kararı vermek zorunda kalmasaydım" diye düşünüyorsunuz.

    eşiniz fransa'da yaşamak istiyor. menajeriniz marsilya'dan gelen teklif faksını okuyor büyük bir şevkle. o da alacağı komisyon bedeliyle sarhoş olmuş belli ki. soruyorsunuz "galatasaray benim bonservisimi yeni aldı. onlarla 3 yıllık sözleşmem var. şimdi başka klübe imza atarsam ve alacağımın olmadığı bir şekilde kanıtlanırsa halim ne olur?" diye. purosundan bir nefes alıyor. her şeyi hesaba katmış gibi bir hali var. "problem olmaz" diyor. "kanıtlayamazlar. galatasaray'ın fifa'da binlerce davası var. kredisi yok. noter tasdiğinin bir değeri yok"

    eşinizin de gazıyla çabucak atıveriyorsunuz imzayı. basına galatasaray'dan konu bile açmayan demeçler verip yeni mavi beyaz formanızı geçiriyorsunuz üzerinize ve bir anlamda köprüleri atıyorsunuz eski klübünüzle. artık geri dönme şansınız yok. içinizden dua ediyorsunuz konunun hukuki olarak çözülmesine dair. internette transferinizin getirdiği tepkilere bakmak istiyorsunuz.

    eski klübünüzün basın açıklamasının tercümesini okuyup paniğe kapılıyorsunuz. bir hışımla menajerinizi arıyorsunuz "hani sorun olmazdı" diye. menajer gülüyor. "galatasaray yönetimi seni taraftarın önüne atıp kendi hatasını örtmeye bakacak. asla çözülemeyecek bir dava açacak ve marsilya'nın açıktan vereceği ufak bir tazminata razı olacaklar. senin için ödedikleri bonservis bedelini karşılayacak bir tazminat olacak ancak. klüp zarar etmemiş olacak. kamuoyu baskısından da senin kandırıldığını, yalancı olduğunu söyleyip sıyrılmaya çalışacaklar. kısa süre sonrada yine benzer bir transfer yapıp konuyu unutturmaya çalışacaklar. sen de yeni takımında mutlu mesut futbolunu oynayacaksın."

    budur olayın özeti. ribery saf bir fransız delikanlısıdır. biraz menajerlerin, biraz da aceleciliğinin kurbanı olmuştur ama ahlaksız bir oyuncu olduğuna kesinlikle inanmıyorum. burada asıl hata arada bir önemli maçlardan önce para takviyesi yaparak ve onun dışında futbol takımına dair hiçbir şeyle ilgilenmeyerek alınan ilk kupada podyuma fırlayan yönetimdedir.

  • --- spoiler ---

    5x13 te kate bir ara ben'in babasını teselli etmek için parkta gitti yanına oturdu. başladılar bira içmeye. normalde şehirde çocuk parkında gündüz vakti bira içmeye kalksan vay efendim sapıklar diye linç edilebilirsin ayrı konu tabi ama bir şey dikkatimi çekti. kate kendine sunulan birayı açarken bugünkü kapaklarımız gibi açtı. halbusem 1970'li yıllarda kutu içeceklerin kapaklarını çekip koparıyordun. ben dizide böyle birşeyi buldum ya şimdi. öyle zeki ve öylesine bilge hissediyorum ki kendimi sormayın gitsin. şimdi yavaşça sandalyeden kalkıp aynanın karşısında kendimi okşamaya gideceğim.
    ulan dawnspiper zaman yolculuğundan, yer değiştiren adaya, dharma gibi bir girişimden 4 8 15 16 23 42 ye kadar herşeye inanmış birinin gelip bira kutusunun kapağına takılması hakikaten denyoluktur.

    --- spoiler ---

    vakti zamanında (yüzüklerin efendisi yeni vizyona girmişti) kampüste yürüyorum, önümden de 8-9 kişilik bir kalabalık yürüyor. hafta sonu filme gitmişler belli. çocuğun biri "abi herşey tamam da kafama takılan bir şey var; o yüzük nasıl oluyor da herkesin parmağına oluyor?" demişti.

  • ismet inönü lozan barış konferasında ülkenin tam bağımsızlığı konusunda çabalarken oynanan maçtır.

    ingiliz işgal kuvvetlerinden general harrington fenerbahçe spor kulübüne telgraf çeker ve maç teklifinde bulunur.fenerbahçe ingiliz işgali sırasında ülkenin gurur kaynağıydı.her zaman dize getirmesini başarıyordu.fenerbahçe bu isteği kabul eder.sonrasında galatasaray bu maçta en iyi oyuncularını fenerbahçe'ye verip bu maçta birleşme teklif eder bu fenerbahçe tarafından kibarca reddedilir.

    tarih:29 haziran 1923
    yer:taksim stadı

    binlerce kişi tribünlere akmıştır.anadolu yakasından bir çok türk motorlarla maça akın etmiştir adeta.stadda inanılmaz bir gürültü vardır.ingilizler maça en iyi oyuncularıyla karma bir kadro yaparak çıkmıştı.

    fenerbahçe ise tarihi maça;şekip,hasan kamil sporel,cafer,kadri,yavuz ismet,fahri,sabih,alaaddin,ömer tanyeri,bedri gürsoy ve zeki rıza sporel kadrosu ile çıkmıştır.kaptan hasan kamil sporel önderliğinde sahaya gelen kanaryalar onbinlerce fenerbahçe'liyi selamlayarak sahaya dizilmiştir.artık heyecan doruktaydı işgal kuvvetleri adına ingiliz karması maça çok iyi başlamıştı ve sürekli akınlar geliştiriyordu.tribünler de çıt çıt çıkmıyordu fenerbahçe kötü günündeydi her zaman ingilizleri dize getiren o cesur yüreklerin ayaklarına prangalar bağlanmıştı sanki.işgal kuvvetleri baskılı oyunu sonucunda golü bulmuştu.herkeste bir hayal kırıklığı general sevinçli ve mutluydu.nasıl mutlu olmasın ki fenerbahçe karşısında oynadıkları 50 maçın 47'sinde sahadan mağlup ayrılmıştı.bu maçta futbolcularına fenerbahçe'yi ezeceksiniz emri vermişti.futbolcuları ilk yarı için bu emri yerine getirdiler.

    fenerbahçe yine taraftarlarının büyük desteği altında 2.yarı için sahaya gelmişti.2.yarıda fenerbahçe çok daha coşkuluydu.işgalciler adeta sinmek üzereydi.fenerbahçe tarihinin gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu olan zeki rıza sporel 60.dakikada attığı golle skoru 1-1 yapmıştı.tribünler çığlık çığlığa bağırıyordu fenerbahçe onları bir kez daha mutlu etmek üzereydi.beraberlik golünden sonra da fenerbahçe'nin baskı devam etmekteydi.tribünler ''ya ya ya şa şa şa fenerbahçe çok yaşa'' tezahüratları futbolculara gaz veriyordu.dakikalar 74'ü gösteriyordu.ilk golün sahibi zeki rıza sporel sert bir vuruşla işgal kuvvetlerinin filelerini 2.kez sarsıyordu ve takımını öne geçiriyordu.işgal kuvvetleri komutanı general çok öfkeliydi.fenerbahçe karşısında 48.mağlubiyetini almak üzereydi.ilerleyen dakikalarda fenerbahçe direndi rakibine ve işgal kuvvetlerini bir kez daha sikti.

    taraftarlar sahaya inmiş futbolcuları sırtına alarak staddan çıkarmışlardı.futbolcuların ellerinde o gümüş kupa hem de işgal kuvvetleri komutanı general harrington'ın ellerinden almışlardı kupayı.büyük bir coşkuyla staddan çıkıldı ve beyoğlu'nda zafer kutlandı.bu gelecek olan tam bağımsızlığında haberiydi bu zafer herşeydi dirilişi içerisinde bulunduran en önemli etkenlerdendi.

    maçtan sonra sahada ter döken futbolcularımızdan bedri gürsoy aynen şu demeci vermiştir.''hem havan topuyla,hem de futbol topuyla savaşan tek ülke biziz.''ne denir ki başka.

    bu bir milli zaferdi.maç gecesi lozan'da bulunan ismet inönü fenerbahçe spor kulübüne ''heyetimiz adına hepinizi tebrik eder,gözlerinizden öperim'' diye bir telgraf göndermişti.

  • ülkücü bıyığının kaşlarla birlikte üç hilal görüntüsü verdiği için bırakılması.

  • tarzı olanlardan.

    güntekin onay: hocam bjk çok sakatlık yaşıyo. ?????
    önder özen:bakın sakatlığın nedenleri belllidr. 1) antrenman programı yanlıştır. 2) futbolcu kendine bakmıyordur. 3) darbeye bağlı sakatlık. .........

    güntekin onay: slaben bilic'e öyle böyle diyolar. iyi teknik direktör değilmiş.
    önder özen:iyi bir teknik direktörün parametreleri bellidir 1) taktik2)teknik 3) team management 4) fizik. bakın bilic de bunların hepsi var.

    güntekin onay: hocam pilav böyle tane tane olmuyo neden?
    önder özen: bakın bunların nedeni bellidir. 1) osmancık pirinci değildir. 2) iyi kavurmamışsındır. 3) kesme şeker koymamışsındır..
    bunların hepsi bilic de var.
    vsvsvsvsv.....

  • 12 yıldır bu yönetimi çekmenin tek güzel yanı, 12 yıllık uzun bir süreci ardımızda bırakmış olmamız. . . banka kredimin son dönemine girmiş gibi hissediyorum.

    edit: 2018 olmuş ya, öde öde bi ömür bitmeyen kredi borcu gibi hissediyorum.

  • türk halkının ortalamasına en yakın siyasetçidir, bu vesileyle başarılı olmaktadır.

    recep ivedik neden başarılı? survivor'ı neden efendi çocuk değil de, varoş kabadayısı çocuk kazandı? bunların hepsi aynı noktaya dayanıyor, halkın ortalamasına en yakın olmak.

  • en ufak bir abartı olmaksızın türkiye cumhuriyetini yok etme amacı olan mihrakların kuklası olan cumhurbaşkanımız.

    sevr olmadı, adnan menderes, 80 darbesi vs. hep diyorlar ya dış mihraklar, hah türkiye cumhuriyetini bitirmeye ilk kez kendisi sayesinde yaklaştılar.

    10 yıl önceden beri diyorum kendisi ve kendisinin yanında olanların bu ülke hakkında hiçbir iyi niyeti yok. yok yahu.

    kişisel olarak söylersem hayatım boyunca açık ara en nefret ettiğim kişidir kendisi. eğer gerçekten müslüman ise (ki müslüman olduğunu düşünmüyorum) hakkımı helal etmiyorum.

    cehennem diye bir şey varsa en sıcak tarafına gitmesini temenni ediyorum.

    saygılarımla.

  • pala gibi senelerce dağlarda yaşayan bir adamın, polat tarafından -evet tarafından- akvaryumdan japon balığı yakalar gibi yakalanması.

    ölmeden birkaç saniye önce bile "göğsümden sık da vuruşmuş olalım" diyebilecek bir adamı, acaba çok sevildi diye mi öldürdüler, yoksa polat'ı izleyiciye daha güçlü göstermek mi istediler, yoksa gerçekten planlanan süresi bu kadar mıydı pala'nın bilemiyorum.

    pala ile çakır'ın en azından cerrahpaşalıların karşılaştığı, restleştiği, kapıştığı sahneler güzel olmaz mıydı?

    abuzer, pala, cerrahpaşalı halit'i bir odaya kapatsınlar, saatlerce konuşsunlar,

    doğu bey ve aslan amcayı bir odaya kapatsınlar saatlerce derin devlet konuşsunlar,

    karahanlı ve konseyi saatlerce ortadoğu, amerika, türkiye ile ilgili konuşsunlar,

    elif, ömer baba ve nazife anneyi de bir odaya kapatsınlar, bir daha da açmasınlar ne halleri varsa görsünler.

  • harun reşid'in oğlu me'mun henüz çocukken, hocası sebepsiz yere ona tokat vurmuştu.

    me'mun, hocasına “neden bana vurdun?” diye sordu.

    hocası ona sadece:

    “sus!” dedi.

    biraz konuştular. me'mun tekrar sordu:

    “neden bana vurdun?”

    hocası yine ciddi bir sesle:

    “sus!” dedi ve konu kapandı.

    aradan 20 yıl geçti. me'mun halife olunca, ilk iş olarak hocasını çağırttı ve:

    “bana neden sebepsiz yere vurmuştun?” diye sordu.

    hocası tebessüm ederek:

    “onu hâlâ unutmadın mı?” dedi.

    halife me'mun:

    “asla unutmadım” dedi.

    hocası tarihe ibret olarak not düşülecek şu sözleri söyledi:

    “o tokadı bugünler için vurdum. zulme uğrayanın asla unutmayacağını öğrenesin ve kimseye zulmetmeyesin diye yaptım. sakın kimseye zulmetme! gördüğün gibi zulüm, yıllar geçse de kalpte sönmeyen bir ateştir.”

    20 yıl boyunca yaptığın zulmü unutmadık. hesap soracağımız günün özlemiyle yaşıyoruz.