hesabın var mı? giriş yap

  • cips paketlerinden taso maso gibi ehemmiyetsiz şeyler çıkacağına parmakları temizleyip hunharca yalanmaktan kurtaracak bir mendilin çıkması tercih edilir. ilerici bir düşüncedir. en kısa zamanda hayata geçmesi dileğiyle...

  • her günü ayrı bir vukuat olan arkadaşla birlikte, ach so, ach sooo diye haykırarak ve birbirimizin ensesine vurup el kol şakaları yaparak sıkıcı bir almanca dersinden çıkılır. bir müddet sonra arkadaş yanından geçmekte olan bir çocuğa derste yeni öğrendiğimiz bir kalıp olan auf dem tisch* diye bağırır. çocuk belanızı skicem edasında parmaklarını sallar. neler olduğunu ilk başta anlayamamıza rağmen biraz sonra etrafımızı saran yaklaşık 10 kişi bize durumu izah eder. çocuğun abilerini ve arkadaşlarını çocuğa piç demediğimize, sadece almanca bir kelime söylediğimize ikna edebilmek için akla karayı seçmiştik. bu da böyle tuhaf bir anımdır. anadolu lisesi almancasıyla anca mahalle maçında kaleye şut çekerken "eine tomaten zuppeee" diye bağırılır. sadece o kadardır.

  • eskiden, osmanlı zamanından günümüze ulaşan bir uygulama, bir çeşit gelenek.
    osmanlı'da eve gelen misafire "aç mısın?" diye sormak ayıp sayıldığından hemen bir kahve pişirilir, yannda su ile ikram edilirmiş. misafir açsa suya uzanır, sudan içermiş. o zaman derhal sofra kurulur, yemek çıkarılırmış. toksa zaten mesele yok, keyifle kahvesini içermiş.
    güzel bir gelenek ha!

    ekleme; aldığım "kaynak nedir?" mesajları üzerine yaptığım eklemedir. bu bilgi kulaktan bilgidir. islam eserleri müzesi restoranı'nda katıldığım bir iftar programında, müzenin kahve köşesinde biz misafirlere kahve yapımı ve tarihçesi anlatılmıştı. kaynak budur.

    debe editi: debeye girmiş ilk ve tek entrymi gecikmeli olsa da şöyle bir seveyim ben.

  • içinde bulunduğumuz bedenimizin aslında şu an yaşadığımız ve doğduğumuz dünyaya ait olmaması.

    ve altın takan herkesin aslında bir yıldız parçası taşıyor oluşu.

    yani, aslında hiçbirimiz dünyalı değiliz... hepimiz uzaylıyız. vücudumuzdaki hiç bir atomun asıl kaynağı dünya değildir. tek bir atomumuz bile dünyada oluşmamıştır.

    cümlelerle açalım...

    insanoğlunun hikayesi aslında birkaç yüz bin yıl once değil, taa kainatın oluştuğu andan itibaren, yani bundan yaklaşık 15 milyar yıl öncesinden itibaren başlıyor. yani şu anki yapımızı oluşturan ve vücudumuzda şu anda bulunan her element aslında 15 milyar yaşında. yani aslında hiç birimiz 4, 8, 15, 16, 23, 42 yaşlarında değiliz, hepimiz aslında çoook daha yaşlıyız.

    daha da açalım, en iyisi…

    fakat yazı biraz uzun, neden? çünkü, 15 milyar yıllık sürecin özetini çıkarmaya çalıştım. e bu da o kadar kolay olmuyor haliyle. 15 milyar seneyi birkaç dakikaya sığdırmak zor.

    ama önce şu bilgileri verelim.

    yukarda insan vücudu elementlerden oluşur demiştik... hadi lisede pek takmadın bunları, ama kesin breaking bad izlemişsindir, e o zaman bunu zaten biliyorsun...bu elementlerin vücutta bulunma oranları şöyledir; oksijen (65%), karbon (18%), hidrojen (10%), nitrojen (3%), kalsiyum (1.5%), fosfor (1.0%), potasyum (0.35%), kükürt (0.25%), sodyum (0.15%), magnezyum (0.05%) = 99.3% ve diğer...yani bedenimizin tamamı elementlerden oluşurken, hayatın kaynağı üç element olan oksijen, hidrojen ve karbon, vücudumuzda en fazla yer tutuyor(%93).

    peki bu kadar farklı element dünyada hiç yoktuysa, hiçbir zaman da olmadıysa, nerden geldi o zaman?

    ------------ giriş------------

    dünyada gördüğümüz herşey aslında 92 elementten yapılmıştır. bu yazılanları okuduğun ekran, elinde tuttuğun elma, bahçedeki ağaç, cebindeki telefon, içtiğin çay, karşındaki insan… evet hepsi de bu elementlerden oluşmaktadır. daha da geniş bir anlatımla; ispatlanmıştır ki, tüm evren aslında 92 elementten oluşmaktadır. (peki periyodik tabloda neden 118 element var, diye araştırmadan sorularla gelmeyin... üzerim)

    şimdi şu an yaşıyor ve hayatta isek, bunun en büyük sebebi aslında hidrojenin helyuma dönüşme süreci sayesinde. evet güneşten bahsediyorum. o muazzam büyüklüğüne ve muazzam derecedeki sıcaklığına ve dünyadaki tüm canlılara hayat kaynağı olmasına ve çekirdeğindeki ısının milyonlarca derece olmasına rağmen, aslında güneş son derece cılız ve küçük bir yıldızdır ve aslında an itibariyle sadece hidrojeni helyuma, yani en basit birinci elementten en basit ikinci elemente, dönüştürebilmektedir. öte yandan, dünyada bulunan 92 adet elementi üretebilmek için bundan çok çok daha fazla bir sıcaklık ve daha büyük ebatlara sahip olmak gerekir. bu muazzam sıcaklık ancak muazzam büyüklükteki bir dev yıldızın çekirdeğinde ve ölüm anında oluşur. yani ölen her dev yıldızın çekirdeği içinde aslında dünyadaki örneklerini gördüğümüz elementler oluşmaktadır…fakat bunlar için daha yüksek dereceler gerekir: mesela, altıncı element olan karbonun ve sekizinci element olan oksijenin üretilebilmesi için, ölmek üzere olan yıldızın çekirdeğindeki ısının 100 milyon derece sıcaklığa ulaşması gerekir.

    ------------ gelişme------------

    ortalama bir yıldızın ölümü sonucunda sadece ilk 26 element ortaya çıkar, ki demir bunların en sonuncusudur. yıldızın ölüm sürecinde helyum üretimiyle başlayan ve milyonlarca yıl devam eden süreç, yıldızın ölümüne doğru ısısının iyice artmasına ve yeni oluşan elementlerin ise daha çabuk bir sürede oluşmasına sebebiyet verir. mesela 2 nolu helyum üretimi milyonlarca yıl sürerken, 26 nolu element olan demir’in üretimi sadece birkaç saniye sürmektedir.

    etrafımızda bu derece büyük yıldız patlamaları (supernovalar) olmadığı için, diğer elementler yer yüzünde çok az bulunmaktadır. altın neden bu kadar pahalı? işte tam da bu yüzden. mesela, dünyadaki tüm altın elementini saflaştırıp birleştirsek sadece 3 adet olimpik yüzme havuzunu doldurabiliriz. yani dünyadaki tüm altın rezervi aslında sadece o kadardır. yani diğer ağır elementlerin oluşması için güneşten en az 9 kat büyüklükte yıldızların ölmesi gerekmektedir. ayrıca bunun için çekirdekte milyarlarca derecelik ısı oluşumu gerekir.

    yani aslında, parmağında bileğinde boynunda altın yüzük-bileklik-kolye takan herkes aslında milyonlarca ışık yılı uzaklıkta ve milyarlarca yıl önce ölmüş olan bir yıldızın çekirdeğinden bir parçasını taşıyor.

    işin tuhaf tarafı, bir gün her yer altın olabilir. zira bilim adamlarının incelemelerine gore bir supernova ufukta görünmektedir. böyle bir yıldız vardır ve bizden sadece 600 ışık yılı uzaklıktadır. bu yıldızın büyüklüğü hakkında bir fikir vermek gerekirse, güneşin tam 600 katı büyüklüğündedir: çapı güneş ile jüpiter gezegeni arasındaki tüm mesafe kadardır. böylesine muazzam büyüklükte olan bir yıldızın (bkz: betelgeuese)* “0saniye-10 milyon yıl” aralığındaki bir zaman diliminde ölümünün gerçekleşmesi beklenmektedir. bu yıldız öldüğünde, ölüm anında, günün ortasında ikinci bir güneş kadar parlayacaktır. patlama anı olan o kısacık anda, güneşin milyarlarca yıllık tarihi boyunca yaydığı enerjiden bile daha fazla enerji açığa çıkacaktır ve o ana kadar ürettiği tüm elementleri uzaya yayacaktır. böyle bir yıldız patladığında elementler ve ortasında çok minik bir yıldızdan oluşan bir nebula oluşturur. yani daha küçük bir yıldız ve ona bağlı gezegenler. bu cümle bir yerlerden tanıdık geldi mi? evet, 5 milyar yıl önce güneş ve çevresindeki gezegenler de aynen bu şekilde bir nebulada oluşmuştur. yani güneş aslında ondan çok çok daha büyük bir yıldızın ölümünden arta kalan bir minik yıldızdır.

    ------------ sonuç------------

    şimdi neden bu kadar detay verdim, aha işte yukarda okuduğun o ilk cümle yüzünden: bu nebulalarda sadece elementler değil, aynı zamanda elementlerin oluşturduğu su, methanol, formadehit gibi yaşamın kaynağı olan oksijen hidrojen ve karbonun başını çektiği çeşitli ve çok farklı kompleks moleküller de bulunmaktadır.

    peki bu kompleks molekülleri bir arada tutan yapıtaşları yani amino asitler, yani proteinler, nerden geldi ozaman?

    işte orası kesin değil, zira tam olarak ispatlanamadı. ama kesin olan bir şey var ki; dünyada çokça bulunan ve yaşının 5 milyar civarı olduğu hesaplanan pek çok meteorun içinde amino asitler bulunmuştur, yani molekülleri oluşturan asıl yapının da dünya dışından gelmiş olma olasılığı hayli yüksektir.

    (neredeyse 1 sene sonra gelen edit: bu da kesinleşiyor; kuyruklu yıldızda organik moleküller bulundu)

    peki burdan güneşle ilgili ne sonuç çıkarabiliriz? hani çocukken güneş olmazsa neler olurdu gibi konularla bazı öğretmenler bizi korkuturlardı ya, öyle bir şey yok. zira yıldızların ölümü süreci onbinlerce yıl sürer, ve güneş henüz bu aşamanın başında bile değildir, güneşin ölmesi için takribi 6 milyar yıl geçmesi gerekecektir. ama bir de şöyle bir gerçek var, hemen komşumuz olan andromeda galaksisi (2.5 milyon ışık yılı uzaklıktadır) içinde bulunduğumuz samanyolu’na hızla yaklaşmaktadır ve takriben 3 milyar yıl sonra her iki galaksi çarpışacaktır. yani güneşin ölmesinden çok önce başka sebeplerden dolayı gezegenimiz yok olacak.

    ayrıca ek bir not; içinde bulunduğumuz samanyolu galaksisi de aslında kendi çevresinde dönmektedir. fakat galaksi o kadar büyüktür ki ki, kendi çevresinde bir tam tur dönmesi tam 250 milyar yıl almaktadır. tüm insanlık tarihi boyunca bu turun binde 1inden bile çok daha azına tanık olabilmiş durumdayız.

    sonuç: bu evrende bir tozsun.

    ikinci not: periyodik cetvelde tek aklımda kalan; haydarpaşa lisesinin nalet kimyasıcı rabia cismi fırlattı. lisede kimyadan nefret eder ve gerçekten de sorardım, bu benim ilerde ne işime yarayacak diye. bunları öğrenince ‘hayat’a bakış açım değişmişti resmen.

    kaynak

    tamamlayıcı bilgi olarak ayrıca: (bkz: #44929740)

  • thy veya anadolu jet'in web sayfalarından bilet bakıyorsunuz diyelim, tarihi seçtiniz, baktınız, tamamen örnek veriyorum 59 lira promosyon bilet. "dur bi de başka saate bakayım" deyip geri döndünüz, beğenmediniz, 59 lirayı alayım lan dediniz, girdiniz bi baktınız aaa o 59'luk promosyon sınıfı "dolu" gözüküyor.

    panik yapmıyorsunuz.

    tarayıcınızı kapatıyorsunuz. chrome ile girdiyseniz internet explorer'ı açıyorsunuz, girip aynı işlemi yapıyorsunuz 59 liraya biletinizi alıyorsunuz. bu çakallık ile en az 10 kez karşılaştım. yemezler. yemeyin.

    düzeltme: seçili biletin / koltuğun x dakika saklı kalması neticesinde dolu göründüğüne dair mesajlar alıyorum. yukarıda bahsettiğim şey 1-2 haftalık bir olay değil. yani önümüzdeki hafta şuraya gideyim deyip yaşadığım bir hadise değil. ben il dışında yüksek lisans yaptım, haliyle her dönem asgari 8 kere gidiş dönüş bileti aldım, 8 dönem de yüksek lisans yaptım. ve bunu hemen hemen her seferinde yaşadım. dönem başında 8. haftanın biletlerine bakarken de yaşadım, millerimle ödül bilet alırken de yaşadım. daha komiği ekonomi sınıf için gereken milin yarısı mille sınırlı businnes class bilet aldım. usta bunların yalnızca 1 tane mi promosyon koltuğu var? ve ne yazık ki başka kişilerin de başına geldiğine dair mesajlar alıyorum.

    ve debe editi:

    şiiri sevin, kimseyi incitmeyin. (bkz: #44015756)
    murathan özbek'i şimdiden bilin (bkz: #46266564)

  • bir kere arkadaşla starbucks'a gittim. isim soruldu, arkadaş murtaza dedi. bardağın üstüne murtaza yazıldı ve çıkışta güldük.

    sonra bu benim çok hoşuma gitti. kızların tercih ettiği piç erkek var ya, adını murtaza diyen arkadaştı benim için.

    ben de piç olmalıydım, ben de böyle ibnelikler yapmalıydım. starbucks'a gittim tekrar adımı sordu, utanarak sıkılarak mıy mıy bir sesle murtaza dedim. çıkar kimliğini dese bittim ama. starbucks'ta rezil olmayı kaldıramazdım, naif bir insanım ben.

    19 tl murtaza bey dedi eleman. cebimde 20 tl var. kredi kartımı tam çıkartıyordum ki kartın üstünde gerçek ismimin yazdığı geldi aklıma. neyse ya ben nakit vereyim dedim, 20 tl uzattım, 1 tl para üstünü aldım ve ebesinin .mındaki evime yürüyerek gittim.

    piçlik benim neyime lan?

  • başlığı okuduğumda italyan koca bulunca din değiştiren manken zannettim.

    baya bildiğimiz sucukmuş anasını satayım.

  • 15 günlük men mi olurmuş, canan hoca yıllık izne çıkmıştır. yanında da bir sepet tereyağı ve yumurta.

  • kendisini toz halinde alıp amerikandan getirttiğim ilaç kapsülü makinesi ile kendim imal edip tükettiğim efsane işe yarayan gıdadır. (sebebi güvenilir kaynaktan temin etmem, uzun süre kullanımda fiyat farkı ve eşe dosta hayrımızın dokunması.)
    nasa bile besin olarak bunu kullanıyorsa fazla tartışmanın anlamı yoktur. benim ilk başlarda edindiğim faydaları özellikle kronik yorgunluğum kalmadı ve ciltte ciddi farklılıklar gözüküyor. cilt hastalığı olanlara daha çok faydası olacağını düşünmekle beraber genel olarak edindiğim ve işe yaradığı bilgiler şöyledir;
    - doğadaki en zengin ve yüksek oranda protein içeren doğal bir besin kaynağıdır.
    - doğadaki en zengin e vitamini kanyağıdır.
    - doğadaki en zengin beta-karoten (provitamin a) kaynağıdır.
    - yüksek oranda fikosiyanin ve gla içerir.
    - en yüksek oranda klorofile sahip yeşil sebzelerden 22 kat fazla klorofil içerir.
    - doğadaki en zengin b12 kaynağıdır.
    - omega3 ve omega6 yağ asitleri içermektedir.
    - ıspanaktan 58 kat fazla organik demir içerir.
    - ağırlığının %1'ini en önemli doymamış yağ asidi olan gla oluşturur.
    - doğadaki en zengin antioksidan kaynaklarından biridir.

    faydaları;
    - bağışıklık sisteminin desteklenmesinde,
    - protein, vitamin ve mineral eksiğinin giderilmesinde,
    - enerji ihtiyacının karşılanmasında,
    - yorgunluk ve stresin vücuttan uzaklaştırılmasında,
    - böbrek ve karaciğer toksisitesinin azaltılmasında,
    - yaşlanma etkilerinin geciktirilmesinde,
    - radyasyonun vücuttan uzaklaştırılmasında,
    - tansiyonun dengelenmesinde,
    - cilt problemlerinin giderilmesinde,
    - derideki gözenekleri açarak cildi rahatlatmaya,
    - önemli miktarda vitamin e içermektedir ve güçlü antioksidan özelliği vardır.
    - cildi ve saçı beslemeye ve canlandırmaya,
    - vücut üzerinde rahatlatıcı etki yapmaya, düzenli kullanımında kırışıklıkları azaltmaya yardımcı olmaya,
    - kolesterol ve şekerin normal seviyede tutulmasına yardımc olan muhteşem bir doğal besindir.

    sağlık önemlidir dikkat ediniz.

  • bugün ölüm yıldönümü olması vesilesiyle madde madde büyük yazarlar dizisinin dördüncüsüne 20 maddede stefan zweig ile devam ediyoruz. ilk üç maddeyi okumak için:

    1- 20 maddede franz kafka: #57144382
    2- 25 maddede tolstoy: #55459218
    3- 30 maddede dostoyevski: #55881075

    1-öncelikle şunu belirtmek gerek; zweig oldukça zengin bir burjuva ailede dünyaya gelmiş ve rahat bir çocukluk geçirmiştir. daha ergenlik yıllarında bile rahatlıkla dünya turu sayılabilecek kadar çok ülke gezmiş, yunanca, latince, ingilizce ve fransızca gibi daha pek çok dili öğrenmiştir. bu aileden gelen zenginlik sayesinde gelen çok dillilik ve çok kültürlülük, onun kısa zamanda ünlenmesine ve dönemin en önemli aydınlarıyla dostluklar geliştirmesine olanak sağlamıştır.

    2 - unesco istatistiklerine göre, almanca yazan yazarlar içerisinde eserleri tüm dünyada en çok basılan yazardır. dolayısıyla kendisinden çok daha ünlü franz kafka , nobel edebiyat ödüllü thomas mann ve edebi açıdan kendisinden daha prestijli bir yazar olan robert musil'den bile daha fazla okunan bir yazardır zweig.

    3- tabii çok okunmasına dair pek çok gerekçe sıralanabilir. kanımca en başta geleni, yapıtlarının kurgusal açıdan zorlayıcı olmaması ve üstelik hacim olarak kısa olmalarıdır. karakterlerinin psikolojisini derinlemesine vermesi de zweig'ın çok okunmasında bir başka önemli etkendir.

    4- evet, zweig mükemmele yakın bir öykücüdür. özellikle ülkemizde uzun öykü-kısa roman olarak da adlandırılan novellalarıyla ünlüdür. ancak zweig'ın en önemli yapıtları kesinlikle biyografileridir. maksim gorki'den tutun da thomas mann'a kadar mektuplaştığı çoğu yazar dostu da onun bu biyografik yapıtlarının eşsizliğine vurgu yapar. zira zweig, biyografi türünü kuru bir tarihsel anlatı olmaktan çıkarmış ve yazarların psikolojisini de çözümlemeye girişmiştir.

    5- kimlerin biyografisini yazmadı ki: goethe, schiller, proust, rimbud, verlaine, freud, dostoyevski, tolstoy, nietzche, kleist, hölderlin, balzac, montaigne, casanova, stendhal, dickens, macellan, haendel, erasmus, bach, chopin, beethoven, mozart, haydn...

    6-stefan zweig olağanüstü derecede iyi bir biyografi yazarı, harika bir öykücü ve iyi bir şairdir. ancak onun az bilinen bir yanı da çevirmenliğidir. başta benim de pek sevdiğim paul verlaine olmak üzere, charles baudelaire ve arthur rimbaud gibi isimleri fransızca'dan almanca'ya tercüme etmiştir.

    7- zweig, yapıtlarından da anlaşılacağı üzere oldukça merhametli ve duyarlı bir yazardır. nitekim, özellikle ikinci dünya savaşı sırasında geçim sıkıntısı çeken alman ve avusturyalı yazarlara parasal anlamda ciddi yardımda bulunmuştur.

    8- biraz da hayatının dönüm noktalarına odaklanalım. zweig'ın pek mutlu bir çocukluk dönemi geçirdiğini belirtmiştik. bu toz pembe yıllar, avusturya arşidükü ferdinand'ın saraybosna'da öldürülmesine (1914) kadar sürer. ferdinand'ın öldürüldüğü saatlerde zweig, viyana yakınlarında kaplıcalarıyla ünlü baden kentinde bir parkta kitap okumakla meşguldur. etraftan hoş müzik sesleri ve kahkahalar yükselmektedir. görünürde her şey güllük gülistanlıktır. ancak sonrasında zweig, durduk yere müzik sesinin geldiği pavyonun önünde kalabalığın birikmeye başladığını fark eder. o tarafa doğru ilerlediğinde, pavyonun duvarına bir bildiri iliştirildiini görür: avusturya arşidükü ferdinand bir suikast sonucu öldürülmüştür. zweig ve etrafındaki kalabalık bu durumu o kadar ciddiye almasa da, zweig için tarih asla o 5 dakika öncesi kadar huzurlu olmayacaktır.

    9- zweig savaştan nefret ederdi. ancak ülkesi avusturya savaş halindeydi. haliyle askere gitmesi kaçınılmazdı. ancak rütbeli dostları ona orduda savaşın şiddetinden kurtaracak bir görev buldular. zweig, savaş arşiv odasında çalışacaktı. işi tam olarak, "millete yapılacak bildirilerin üslubunu düzeltmekti". hümanist zweig için bu bile korkunç idi. ama şunu da ilave etmişti otobiyografisinde (dünün dünyası) :
    "yine de rus köylüsünün barsaklarını süngüyle deşmekten iyidir".

    10- savaşın bitimiyle birlikte zweig, salzburg'da tarihi bir malikane satın alır ve hayatının en verimli ve en mutlu 14 yılını bu malikanede yaşar. 1919'dan 1933 yılına kadarki sürede en popüler yapıtlarının bir kısmını burada yazar.

    11- zweig, salzburg'daki eşsiz malikanesinde o dönemin en büyük dahilerini ağırlamıştır. özellikle nadide kitaplar ve antika eşyalarla dolu olan büyük salonların birinde kimler ona konuk olmamıştı ki:
    yirminci yüzyılın en etkili fransız şairlerinden paul valery,
    yirminci yüzyılın en büyük alman romancılarından thomas mann,
    yirminci yüzyılın en devrimci romancılarından james joyce,
    en büyük bestecileri fransız maurice ravel, macar bela bartok, italyan arturo toscanini, alman richard strauss,
    avusturya'nın en büyük şairlerinden rainer maria rilke
    ve psikoloji biliminin babası sigmund freud
    bunlardan yalnızca birkaçıdır.

    12 - zweig bu yıllarda dünyadaki en ünlü yazarlardan biridir. yapıtları hemen tüm önemli dillere çevrilmiş, dönemin en önemli aydınlarıyla dostluklar kurmuş ve yapıtları daha o yıllarda bile milyonlarca satmıştı.

    13- ancak 1933 yılında hitler önderliğindeki naziler iktidara geldiğinde, tüm yahudiler gibi zweig için de tehlike çanları çalmaya başlamıştı. üstelik zweig yapıtları, yasaklılar listesinin en tepelerindeydi. dolayısıyla da nazilerin kitaplarını toplatıp yaktığı ilk yazarlardandır zweig. hatta almanya'da nasyonalizmin yükselişi ile ilgili naçizane bir öneride bulunayım. fritz lang’ın 1931 yapımı "m "adlı filmi, dönemin almanya'sının atmosferini olağanüstü başarıyla yansıtır. filmde bir seri katil üzerinden o yıllardaki alman toplumunun gerginliğini ve yükselen milliyetçi duygularını görmek mümkün. filmi izlemek, o yılları anlamada kolaylık yaratabilir.

    14- günün birinde zweig'ın evini gestapo basar. bütün evini didik didik ararlar. amaçları onu korkutmaktır. bu zweig için son nokta olur. çok sevdiği vatanından 1935 yılında ayrılır. bir daha asla avusturya'yı göremeyecektir!

    15- sonrasında ingiltere, amerika ve en nihayetinde brezilya'da petropolis kentine yerleşir. bu küçük kentte eski salzburg günlerindeki gibi huzurlu bir ortam bulur. kapı komşularından biri şili'nin pablo neruda ile birlikte en büyük şairi sayılan gabriela mistral'dir. zira her iki şilili şair de nobel edebiyat ödülüyle onurlandırılmıştır.

    16- ancak almanların ilerleyişi durmak bilmez. avrupa'nın ardından süveyş kanalı'nı işgale hazırlanmakta oldugunu okur zweig. üstelik brezilya'da dahi nazi sempatizanları artmaya başlamıştır. hatta zweig'a isimsiz tehdit mesajları bile gelmektedir. zaten hali hazırda brezilya'da almanca konuşmak bile yasak durumdadır. zweig artık avrupa ve insanlığın geleceği konusundaki tüm umutlarını yitirmiştir.

    17- tarihler 21 şubat 1942'yi gösterdiğinde almanlar bütün avrupa'yı silip süpürmüş, japonlar uzakdoğu'da terör estirmeye başlamıştı. zweig ise savaşlardan en uzakta, brezilya'da idi. günümüzde de çılgınca sürmekte olan rio karnavalı, sokakları kana bulanmış dünyanın aksine rengarenk idi. zweig da karnavala katılır o gün, kısa bir süre dahi olsa coşkulu karnavalı izler. daha sonra eşi lotte'yi de yanına alarak biricik dostları ernst feder'i ziyaret eder. ondan ödünç aldığı montaigne kitaplarını geri verir ancak feder buna şaşırır: "ama hani montaigne üzerine yazacaktın?"der. zweig sessizliğini korur. gecenin sonuna doğru onu evine bırakırlar. zweig çifti evlerinde yalnız kalır. zweig ve eşi lotte veda mektuplarını kaleme alır. zweig aşırı dozda veronal alarak intihar eder. hemen ardından da lotte... o ölüm öncesinde lotte çiçekli bir elbise giymiştir ebedi yolculuğa zweig'a sarılarak çıkar.

    18- "bir insanın yaşamından çıkmak da bir sanattır" demişti mektupların birinde. bu düstura göre zweig gerçekten de büyük bir sanatçıydı. zira bu düşüncesini doğrularcasına intihar etmeden önce son bir mektup yazar;

    "bu mektup sana vardığında ben kendimi eskisinden çok daha iyi hissedeceğim. senin iyi günler göreceğine eminim. melankoli yüklü yaşamımla daha uzun süre beklemediğim için beni haksız bulmayacağına inanıyorum. sana bu satırları son saatlerimde yazıyorum. kararımı verdiğim andan sonra kendimi nasıl da rahat hissettiğimi bilemezsin. sevgi ve dostlukla…hep yürekli ol! rahata ve mutluluğa kavuştuğumu öğrendin.
    stefan”.

    yalnızca birkaç saat sonra kendisiyle birlikte intihar edecek sadık eşi lotte'nin yanında bu satırları kaleme alır zweig. mektubun öznesi ise, tam 11 yıl boyunca evli kaldığı ve toplamda son 30 yıl öyle ya da böyle hayatında var olan eski eşi frederike! böylece zweig, her iki kadının hayatından da oldukça sanatkarane bir biçimde çıkar!

    19-komşusu büyük şair mistral, dostunun ölüm haberini şöyle alır:

    “bir sabah hizmetçi kız koşa koşa gelip şaşkınlık içinde: ‘gelin, onlar öldü!’ diye haykırdı. ben, ‘kimler?’ diye dehşetle sordum. hizmetçi kız: ‘onlar, onlar öldü!’ diye bağırdı yeniden. sokağa fırlayıp zweigların evine koştum ve onları birbirlerine sımsıkı sarılmış yatar halde buldum. zweiglar birbirlerine öyle sımsıkı sarılmışlardı ki bu durumda soğumuş olan vücutları birbirlerinden ayırmak için bazı uzuvlarını kırmak gerekti.”

    20- brezilya hükümeti, zweig vasiyetinde özellikle istememesine rağmen ona yaraşır bir devlet töreniyle cenaze merasimi düzenler. başta önde gelen devlet adamları ve generaller olmak üzere, ülkedeki büyük yazarlar, sanatçılar ve pek tabii brezilya halkı da bu devasa törene katılır. resmi bir tebliğ olmamasına rağmen kentteki tüm dükkanlar kapalıdır. bütün brezilya ayaktadır. stefan zweig, görkemli bir törenle brezilya imparatorunun yanına defnedilir. bu da brezilyalılar için ne kadar önemli biri olduğuna dair küçük bir ayrıntıdır.

    yararlanılan başlıca kaynaklar :
    1- "günlükler" - stefan zweig, can yayınları
    2- "dostlarla mektuplaşmalar", stefan zweig, everest yayınları
    3-"dünün dünyası", stefan zweig, milli eğitim bakanlığı yayınları
    4-"yarının tarihi", stefan zweig, can yayınları
    5- "stefan zweig- hayatı ve eserleri", burhan arpad, ak kitabevi
    6-"stefan zweig - biyografi", hartmut müller, kavram yayınları
    7- "çağdaş alman edebiyatı", gürsel aytaç, gündoğan yayınları

  • millet ucuza ekmek yesin diye ibb tarafından yapılan fakat buna değmeyen fedakarlık.
    ibb'nin acilen halk ekmek fiyatlarını 2 tl seviyesine çekmesi gerek. bu kadar zararı karşılamak uzun vadede ciddi yük bindirir bütçeye. ayrıca halk ekmek alan kesimin kafadan % 70'i zaten ibb'ye sövüyor. yani belediye olarak yaptığın bu fedakarlığı gören bir kesim yok.