• başlarda akan bir suyu izlemek gibi akıp gitme hissini çok belirgin bir biçimde yaşatan eser. ancak bir noktadan sonra sembolik anlatımlar ve mistisizm okumayı güçleştirecek kadar yoğunlaşıyor. mümkün olduğunca az ara vererek okumak, kitaptan daha fazla zevk almayı sağlayabilir.
  • sayesinde abraxası öğrenmiş oldugum kitap.

    ıstrati'nin kodin,aytmatov'un beyaz gemive eva weaver in kuklacı çocuk romanlarının ardından bir de bunu okuyunca çocuk gözünden anlatılan romanların büyülü dünyasından çıkamıyor insan.
  • stefan zweig'in belirttiği şekliyle gençlik psikolojisinin derinlerine inmenin de ötesinde (ki jung'un öğrencisi lang'dan terapi aldığını biliyoruz) bireysel psikolojinin gözünden bir ergenin psikolojisi kadar bir nevrozun çözümlemesini de cümlelere ve tiradlara çok tatlı bir şekilde yedirebilmiş, bunun üzerine yetmeyip (bkz: abraxas) kavramının altına nietzsche'nin üstinsanını gizleyerek dünyaya ve morale dair sarsıcı mesajlar verebilmiş etkileyici bir hermann hesse romanı.

    öncelikle karakterimiz sinclair şizofreni falan değil, sadece aşka, cinselliğe, kariyere ve topluma karşı çaresiz, dönemin trajik karakterini yansıtan tipik bir avrupalı genç. bu çaresizliği pek çok yerde görebilmekteyiz. ancak adler'in bakış açısından alt benlik ve benlik bir bütün iken iç dünyamızla dış dünya da bir anlamda bir bütündür, ancak karakterimizde bu bütünlük bozulmuş; sevgi, yumuşaklık, sevecenlik, anne ve baba gibi kavramlarla beraber sıcak noel geceleriyle sembolize edilmiş ev/iç dünya ile her türlü kötülüğün, yalanın, bilinmezliğin bulunduğu dış dünya/ yani hayat olarak ayrışmıştır.

    bu ayrışma aslında sinclair'in bütün içsel yolculuğunu körüklemiş, onun hayatına dair amacına giden beyhude yolda bir dizi düşünsel denemeler yapmasına neden olmuş. bu kadar sevecen ve kutsalın içerisinde dışarıya dair duyduğu arzuyu

    “…hatta yasak dünyada yaşamaya can atıyordum bazen;” (syf 11) itirafından anlayabiliriz.

    bu çift dünya arasında sıkışmış zayıf benliğinin, cesaret eksikliğinin onda aşağılık kompleksi yaratmış olması ise pek tabi olup bu klasik bir şekilde hesse tarafından bize fısıldanmıştır;

    “kızkardeşlerim de aydınlık dünyanın içinde yer alıyordu. çokluk bana öyle geliyor ki, mizaç bakımından anne ve babama daha yakındı kardeşlerim, benden daha iyi, daha terbiyeli, daha kusursuzdular.” (syf 12)

    yine aynı sayfada karanlık dünyaya duyduğu yakınlık ancak içine bir adım dahi atamama ve bunun akabinde yaşadığı suçluluk hissi tipik bir nevrotik özelliktir.

    şimdi eleştirimin bütünlüğünü sağlayamamaktan duyduğum endişeden ötürü belli başlıklara ayırarak bu altyapı üzerinden ilerlemek yararlı olacak;

    1) beatrice, eva, demian (cinsellik)

    bence sinclair'in kendini en yetersiz hissettiği konuların başında cinsellik var. bunda kız kardeşleriyle bulunduğu durum kadar, cümlelerden sezdiğimiz kadarıyla ebeveynlerinden annesine daha yakın. psikanalitik açıdan baktığımızda karakterimizin erkeklik adına bir pratiği ta en baştan her zaman eksik kalmakla beraber bakire meryem-fahişe kompleksine fena halde takılmış;

    “varlığımda yavaş yavaş uyanan cinsellik bir düşman, insanı mahvedecek, baştan çıkaracak, günaha sokacak yasak bir nesne kimliğiyle herkes gibi benim de üzerime çullandı. ilgimi çekmeye çalışan, önüme düşler, hazlar ve korkular çıkaran şey, buluğ denen olayın bu büyük gizi, barış ve huzur dolu çocukluğumun sevgiyle kuşatılmış mutluluk ortamına hiç yaraşmıyordu. ben de herkes gibi yaptım; bundan böyle çocukluktan çıkmış bir çocuğun ikili yaşamını sürdürmeye başladım.” (syf 54)

    aynı zamanda adım atmaya duyduğu cesaretsizlik beatrice olayında da mevcuttu. hoşlandığı bir kıza yakıştırdığı asil hisleri platonvari bir şekilde idealize ederek tamamen hayal dünyasında oynadı, resmetti.

    çoğu zaman aktif erkeksiliğe ve atılganlığa pasifliği tercih etti. sinclair kahraman olmayı seçmedi, demian'ın onun kahramanı olmasını arzuladı, onun tasvirlerindeki erkeksiliği vurgulaması, onun duygusal ve düşünsel dominasyonu altına girmesi, belki bir anlık hezeyan da olsa dudaklarından öpmesi, içinde naif ve sahiplenilmeyi bekleyen bir prenses olduğunun bence açık bir itirafı. bu tam anlamıyla homoseksüellik sayılmasa da ergenlikteki o gri alandan sıyrılıp gerçek bir erkek olma yolunda çoğu zaman gönülsüzlük gösterdi sinclair.

    “benim için pek yeni olup üzerimde büyük etki yapan bir şey varsa, o da acı çekerek ve istemeyerek katlandığım franz'ın zorbalıklarının demian tarafından üzerimde uygulanmasına seve seve, korku kadar haz içeren bir duyguyla katlanmamdı.” (syf 39)

    beatrice'ye dönecek olursak ilahi komedya'da dante'ye cennette eşlik etmiş, onun çocukluk aşkıydı. ancak eva arşıalâda her zaman bulunan o kutsal kadındı ve bir anneydi, demian'ın çehresinde ve vücudunda tattığı o erkeksiliği aldığı kadar, alt benliğinde annesine duyduğu o kesif ve yasak cinselliğin her ikisini de onda bulmuştu. ancak hesse'nin bu basit psikanalitik kesitleri bambaşka bir temanın içerisinde adeta bir karanfil tadı veriyordu;

    2 ) üstinsan, abraxas, hayat planı ve kendini bulma arzusu:

    bireysel psikolojiye aşina olanlarınız hayat planının, nihai arzunun ne anlam ifade ettiğine az çok hakimdir. bu sinclair'de lise yıllarında tohumlarını atmıştı;

    “oysa yürekler acısı durumdaydım gerçekte. kendimi yıkıp yok etmeye yönelik bir sefahat hayatı yaşıyordum. arkadaşlar bana bir elebaşı, şeytana pabucunu ters giydiren biri diye bakıyorlardı; atak mı atak, cin gibi bir oğlandım onların gözünde. gelgelelim, benim içimde, derinlerde korkuyla dolu bir ruh yaşıyor, ürkek ve çekingen, pır pır edip duruyordu.” (syf 84)

    yanlış amaçlarda gezinen bir ruhun arkadaşlarına ne kadar da olmadığı biriymiş gibi gözükerek vitrinini süslediğinin bir başka işareti, çoğu zaman raskolnikovvari bir karakter olmayı kendisi seçti. üstelik demian tam da bunları demişken;

    “…çünkü insan irade bakımından özgür sayılmaz, rahip istediği kadar öyleymiş gibi yapsın, insan iradesi özgür değildir, ne bir başkası canını istediği şeyi düşünebilir, ne ben ona kendi istediğim şeyi düşündürtebilirim. ne var ki, bir insanı gereği gibi gözlemledik mi, onun ne düşündüğünü çokluk hayli bir kesinlikle söyleyebiliriz kuşkusuz. ayrıca, bir sonraki anda onun ne yapacağını da önceden görüp kestirebiliriz.” (syf 62)

    ve malum kelebek metaforu devreye girer, ardından demian tamamlar;

    “…bir hayvan ya da bir insan bütün dikkatini ve iradesini belli bir şey üzerine yöneltirse, o şeyi ele geçirir sonunda.”

    sinclair bunları tamamen kulak arkası ederek göstermelik bir hür iradeyle kendisini çirkefin kucağına attı. hayat planı bir sanrıdan ibaretti kısacası.

    hal böyleyken sık sık karşılaştığımız abraxas bir gelip geçici bir gençlik tutkusuna dönüşerek görkemini yitirdi. tutkular ve arzular, şeytan ve tanrı, kavramların anlamsızlığı, hermann hesse'nin bize sık sık tattırdığı o oryantalist, doğu felsefesi soslu mistik rüya bir anlamda değerini kaybetti, öldürülen şey tanrı değildi nietzsche'nin tabiriyle. bir ergenin heyecanıyla üstinsandı bu sefer. eline bulaşan kanları belki eva'nın bekaretinin nişanı oluncaya dek uzanan kurgusal bir nevrotik dünyanın ateşleyicisi bir cinayet belki de.

    3)pistorius, çöküş ve sahte kahramanlık üzerine

    sinclair'in bir başka hatası da böylesine görkemli bir abraxas'tan etkilenmiş iken kendine bir rahip arayışına girmiş olmasıydı, pistorius bana günümüz gençliğinin popüler kültür eleştirisini de popüler kültür yapmasını son kertede sembolize eden bir karakter oldu.

    zerdüştlük, mithras, paganlık, şeytan gibi kavramlarla süslü o dünyadan kendini soyutlayıp bir an dışarıdan baktığında bence fikir dünyasında bir yıkım yaşandı, bunu hermann hesse'nin daha yoğun yedirmesi beni mutlu ederdi şahsen;

    “…ancak şimdi pistorius'u anlamıştım, içinde yaşattığı düşü tümüyle gözlerimin önünde canlandırabiliyordum. bu düş rahip olmak, yeni bir din ilan etmek, yücelme, sevgi ve tapınmayı yeni biçimlere kavuşturmak, yeni simgeler yaratmaktı. buna da ne gücü yetiyor, ne işi elveriyordu. aşırı bir tutkuyla geçmişte oyalanıyor, eskiyi avcunun içi gibi biliyor, mısır, hindistan, mithras ve abraxas konusunda gereğinden çok bilgi sahibi bulunuyordu. sevgisi, yeryüzünün daha önceden aşinası olduğu bulunduğu görüntülere bağlı kalıyordu hep; oysa ruhunun bütün derinliğiyle kendisi de farkındaydı ki, yeni, şimdiye kadarkinden başka türlü olmak ve koleksiyonlarla kitaplıklardan değil, taze ve diri topraklardan yetişmek zorundadır.” (syf 142)

    o derin sohbetler, dışarıda kadınlar, öylesine bahsedip geçtiği özensiz üniversite hayatı ve geleceğine dair kavaktan hallice kariyeri ve toplumdan soyutlanmışlığı esnasında bir afyon iken karşısında 'kendini bulmak' arzusuna toslamak bence ergenlikten çıkışıydı sinclair'in;

    “…uyanık insanları bekleyen tek, ama tek bir görev vardı: kendi kendini aramak, kendi içinde bir sağlamlığa kavuşmak, el yordamıyla kendine özgü yolda ilerlemek, yolun nereye çıkacağına aldırmamak.” (syf 143)

    düşünsel dünyasındaki devrim ile dışarıdaki hayatında duyduğu derin tezat, huzurlu aile evi ile beatrice'nin gezdiği o tekinsiz dünya arasındaki tezatın sadece şekil değiştirmiş bir formuydu. bu büyülü dünya belki de aşık olduğu demian'ın teğmenliğini öğrendiğinde üniformasının griliğine gömülmüş eski bir bin yüzlü tanrıydı.

    “kılavuzum beni terketti. zifiri karanlıkta kaldım. tek başıma adım atacak gibi değilim. bana yardım et!”

    sonuçta yine kahraman olmayı değil, kendi ışıltılı dünyasındaki üstünlüğünü yitirmiş bir prenses gibi demian'a koştu.

    kıssadan hisse jung'un karakter çözümlemeleri bir yana demian bir gençliğin içsel yolcuğu üzerinden hepimize harika bir çağrıda bulunsa da cümlelerimi sevgiye dair şu alıntıyla noktalamayı, hayata dair bakışıma bir etkiyi de eklemek isterim :))

    “seven biri ne sevdiğine yalvarıp yakarır, ne de ondan bir istekte bulunur,” demişti bayan eva. “sevgi, kendi içinde bir kesinliğe, bir olgunluğa ulaşacak gücü içerebilmelidir. işte o zaman çekilmekten kurtulur, kendisine doğru çeker karşısındakini. oysa sizin sevginiz, sinclair, benim tarafımdan çekilmekte. günün birinde beni kendisine çekecek gücü gösterdi mi, gelirim o zaman. armağanlar vermek istemem ben, ele geçirilmek isterim.”
  • yalnızca bir kitap olmayan bir eser, şaheser.

    "kabil mührü taşıdıkça ağırlaşır"*
hesabın var mı? giriş yap