aynı isimde "metallica (albüm)" başlığı da var
626 entry daha
  • "metallica" hakkında kafanızda bir tanım veya verebileceğiniz bir örnek varsa eklemekten çekinmeyin:"

    var. hem de çok var.

    başlarken memory remains çalıyordu.

    sene 1998, yer diyarbakır

    orta üçe gidiyorum, babamın şark hizmetinden dolayı diyarbakır'dayım. o dönemde bir atari furyası var, arkadaşlarla kasetler ve bitirdiğimiz oyunlardan bahsediyoruz. derken, bu arkadaşların liseye giden abileri geliyorlar bazen yanımıza. o zamanlar bir müzik muhabbetleri dönüyor.
    sürekli bir gruptan bahsediliyor. sürekli ismi tekrar ediliyor.

    metallica

    nerden hatırlıyorum bu ismi? doğru ya. birisi sprey boyayla lojmanlardan birinin duvarına yazmıştı. yeşil sprey boyayla.

    abilere özenilir ya, hoş benim öz abim değillerdi ama fark gözetmiyordum. "ne ya bu metallica?" dedim. o dönem nerde şimdiki gibi internet felan. imkanlar kısıtlı. aslında topu topu 12 sene olmuş ama 12 senede teknoloji iyi yardırmış. iyiki de yardırmış.

    özhan diye bir arkadaşım geldi. "cd çalar var mı sizde?" diye sordu. evet hayatımda bir dönem bu soruyla açılacaktı. var dedim.

    bir diyarbakır yazında, cehennem gibi bir sıcak akşamda elime bir cd verdi.

    best of metallica

    metallica'nın hiç olmamış korsan bir albümü. albümün kapağını çok net hatırlıyorum. tipik bir amerikan apartmanının önünde duruyor bunlar. hatta içlerinden birisi merdivenlere oturmuş. mavi tonların hakim olduğu bir albümdü. arkasında da şarkı isimleri, sıraları ve süreleri mevcuttu.

    cd çaların kapağını açtım. sesi artırdım. inanın o anı halen hatırlıyorum. evde tek başımaydım, bizimkiler yürüyüşe çıkmışlardı.

    track one dedi. sert bir gitar girişiyle hayatım boyunca asla unutamayacağım o büyüye kapılıyordum.

    fortune, fame
    mirror vain
    gone insane
    but the memory remains

    the memory remainsle başlayan metallica serüvenim devamındaki şarkılardan biri olan one ile devam edecekti. büyülenmiştim. bir müzik insanı bu kadar mı etkilerdi. ödünç oldukları için hemen kullanılmayan arabesk kasetlerin üzerine çektim elimdeki cdleri. ergen olmanın insana getirdiği "yaptığı işi duyurma hevesi" yüzünden bütün yaz balkonda gri ve hiç sesi çıkmayan grundig marka teyiple hem mahalleye hem de kendime metal ziyafeti veriyordum. load ve reload albümlerini de aynı kişilerden bulup yine kasetlere çekmiştim.

    orta 3 öğrencisi olduğum için şarkıların neyden bahsettiğinden tek kelime dahi anlamıyordum. ama coşkulu coşkulu dinliyordum. ve bu arada grup üyelerinin fotoğraflarına da yavaş yavaş aşina oluyordum. nerden bilecektim ki aile üyelerimden biriymişcesine kabulleneceğimi ve seveceğimi.

    kirk'ün kasığındaki dövmeyi gösterdiği bonussimo'ya yakın saçlarıyla olduğu albüm fotoğrafları vardı, load olması lazım. arka kapak fotoğrafını uzun uzun inceliyordum. bir masanın başında james hetfield gözünde gözlükleri, elinde pürosu ile karizmatik bir şekilde duruyordu. o zaman "her üyenin farklı yönlere baktığı albüm kapağı" gibi tespitlerim yoktu. çevremden, bilenlerden duyanlardan edinebildiğim kadar metallica bilgisi ediniyordum. çoğu saçma sapan yalan bilgilerdi. dedim ya o dönem ya internet var bizde yok, ya da cidden yok. öyle heyecanlıyım ki acaba hiç gelmezler mi türkiye'ye diyorum.
    derken öğreniyorum ki 25 haziran 1993'de daha ben 9 yaşındayken teşrif etmişler.

    sene 1998, yer konya

    babamın zorunlu şark hizmeti bitiyor. ankara'ya tayinimiz çıkıyor. fakat aileyle ilk yol ayrılığını yaşıyorum. konya'da yatılı bir anadolu öğretmen lisesi kazanıyorum. valizimde walkmanim ve metallica kasetlerim var. wherever i may roam diyerek yollara düşüyorum. 24 saatlik yoğun ingilizcenin olduğu hazırlık derslerinde yavaş yavaş bir uyanma yaşıyorum. çat pat olsa da bir iki kelime çıkarmaya başlıyorum şarkılardan. seviniyorum.

    bir haftasonu izninde kırtasiyenin birinin önünden geçerken birden gözüme bir kartpostal çarpıyor. kalbim duracak gibi oluyor. kartpostal o kadar basit ve sade ki. bizimkiler dişlerini sıkarak sert bir poz vermiş, üstlerine de kırmızı renkle metallica logosu yapmışlar. sanki altın bulmuşcasına dikkatlice çıkarıyorum o demir şeyden. içeri gidiyorum "var mı abi metallica'nın başka kartpostalı ya da posteri?" diyerek ödememi yapıyorum. yok cevabı alsamda yatakhanede dolabımı 2 sene boyunca süsleyecek o kartpostalı alıyorum. okuldakilerin büyük çoğunluğu konya'dan. onlara da bahsediyorum metallica'dan. sürekli kulaklığı arada sırada arkadaşlara uzatıp "lan lan lan şarkıya bak, offf süper" şeklinde tepkiler vererek aynı sevinci göstermelerini bekliyorum. olmuyor, göstermiyorlar. beğenen de nothing else matters ile unforgiven'ı beğeniyor.

    derken, birden sihirli bir değnek dokunmuşcasına patır patır internet kafeler açılmaya başlıyor, birbirinin ardı sıra. cafeler de tıklım tıklım dolu, sıra var hatta. kimi carmageddon oynuyor kimi half life furyasında kimi mirc'de ince hesapların peşinde kimi de yanlış hatırlamıyorsam superonline'ın sitesinden okey oynuyor.
    hepsinin arasından geçerek bir makineye oturuyorum. arama motoruymuş, şuymuş hiç fikrim yok. www yazıyorum, metallica.com diyorum. karşıma grup üyeleri çıkıyor. ulan sanki anam babam çıkmışcasına seviniyorum. grup üyelerinin hayatları, diskografisi ve hatta fanlar için ürünler var. hepsine bakıyorum. bağlantı da rezil ötesi berbat bir bağlantı.

    yine bir haftasonu izni, geziyorum bir başıma. birden askıda duran bir tişört yarım aklımın diğer yarısını da alıp götürüyor. siyah bir tişört üstüne beyaz baskıyla metallica yazmışlar. aşağısında da elemanların hepsi atletli, james'de bir de çember sakal var. atletin üstüne bir de pantolon askısı takmışlar. nasıl beğeniyorum o tişörtü. hemen giriyorum fiyatını soruyorum. bana aylık gönderilen paranın yarısı, isterse hepsi olsun. veriyorum parayı, alıyorum ilk metallica tişörtümü. nasıl gururla taşıyorum onu biliyor musunuz, sanki üstümde milli forma var da tüm gözler benim üzerimdeymiş gibi.

    sene 1998, yer ankara

    sömestır tatilinde ankara'ya ailemin yanına gidiyorum. ankara'yı pek fazla bilmiyorum. beni maltepe pazarı diye bir yere götürüyorlar. şimdi yerinde yeller esiyor gerçi. son tezgahlardan birinde bir sürü kaset var. derken bir tanesi daha doğrusu iki tanesi dikkatimi çekiyor. garage inc. elime alıyorum, tarih 1998 yazıyor. hiç haberim bile yokken yeni albümü tutuyorum elimde. korsan tabi. fiyatını soruyorum iki milyon lira dediğini hatırlıyorum. hemen alıyor, evde walkmanimle parçalara dalıyorum. iki albümün birbiri arasındaki tutarsızlık hemen dikkatimi çekiyor. biri çok sertken diğeri sanki öyle değil gibime geliyor.

    dedim ya çevremde sözlükteki gibi kimse yok, biri çıkıp da "aaabi ya black albümden sonra metallica bitmiştir benim için" dememiş daha. kızlığım bozulmamış yani. ya diyorum diğer şarkılarda vokalde eko var ama bunlarda yok. garibime gitse de o kadar çok seviyorum ki so whatı nasıl dinliyorsam turn the pagei de öyle hazla dinliyorum. okulda defterlere sıralara bezen de elime koluma metallica yazdığımı söylememe gerek dahi duymuyorum. yalnız söz garage inc.'den açılmışken bir gece vakti beni altıma sıçırtıp bağırtan loverman şarkısına da selam yollamak isterim.

    bu arada anadolu lisesine giden kardeşim de benim gibi metallica dinliyor. benim kadar hayran değil ama o da beğeniyor dinleyerek. kendisi bir sabah uyandığında abisini siyah kumaş pantolonun içersine soktuğu atletle, elinde boardmarkerla ayna karşısında james hetfield sakalı çizerken gördüğünde kahkahayı patlatacağı yerde "abi valla benzemişsin" diyor. devamında ise ben viledayla one'ı icra ederken o da headbang yapıyordu. o an ikimizde bir sene sonrasında metallica yüzünden ağız burun birbirimize gireceğimizi bilmiyorduk.

    konya'daki okulda son günlerimdi. ankara'ya hasan ali yücel anadolu öğretmen lisesi'ne geçiş yapmıştım. konya'daki kuzenim seninkilerin konseri var dedi. inanamıştım. 1999 yılında garage inc. albümümün "the garage remains the same" turnesi ve "sümerbank müzik günleri" kapsamında türkiye'ye geleceklerdi. gitme imkanım, ihtimalim yoktu. basında metallica ile ilgili haberler gördüğüm zaman deliriyor bir kaç kere okuyordum. resim varsa muhakkak kesiyordum. o kadar çok bilinçaltıma yerleşmişti ki artık rüyalarımda da metallica'yı görüyordum. james kah benimle aynı tren vagonunda (bu arada ömrümde banliyö hariç hiç trene binmedim) kah evimin salonundaydı. bazen ingilizce bazen de süper türkçesiyle konuşuyordu benimle. erkan mumcu'nun turizm bakanı olduğunu ve metallica'yı vip girişten aldığını organizatörün ahmet san olduğunu, alt gruplardan olan kurban'ın sidikli pet şişelere maruz kaldığını, konsere mahsun kırmızıgül'ün bile gittiğini hatırlıyorum. o kadar çok ana haber bülteni izledim ama konserden hiç görüntü görememiştim. sadece fotoğraflar vardı.

    sene 1999, yer ankara

    ankara artık tatilde yanlarına gittiğim annemin babamın yaşadığı memleket değil benim de yaşadığım, okuduğum yer olmuştu. bambaşka bir ortamdaydım.
    ankaralı la bebeler müzik konusunda harikaydılar. metallica'yla beraber diğer grupları da tanıyor şarkılarını dinliyordum. bu arada metallica'nın şarkı sözlerini internetten çıkarıp odamın duvarlarına asmıştım. şarkıların çoğu ezberimdeydi. derken bir gün kanallar arasında geçiş yaparken trt 2'de bir program gözüme çarpıyordu. saat biri geçmiş olmasına rağmen rock market diye bir yazı görünce izleyim dedim. ve derken bir mucize gerçekleşiyor ve programın sunucusu sıradaki klibi anons ediyordu.

    ilk klip: the memory remains

    the memory remains bir kez daha karşımdaydı. gondol gibi bir şeyin üstünde çekilen klip beni benden almıştı, hayranlıkla izliyordum. sonraları hep metallica uğruna rock market'i takip ettim, nice nice gruplarla tanıştım. hoş programdı gerçekten.

    o dönem öyle bir dönemdi ki, nevşehir'de tatildeyken metallica tişörtü giymiş bir abinin yanına gidip sohbet başlattığımı ve cidden dost olduğumuzu hatırlıyordum. çok kişiyi bağlıyordu müzik.

    yine o zamanlar blue jean furyası vardı. bu derginin arka sayfasında ise sürekli metal-hip hop çatışması vardı. bir gün özel metallica albümü vereceklerini duydum. nereye sorsam kalmamıştı. sırf o dergi yüzünden kızılayda büfe büfe gezip bulmuştum. kuşe kağıda basmışlardı. grubun kimlerle başladığını, değişen elemanları, bazı şarkı sözlerini, grubun ne çeşit enstrümanlar kullandığını anlatıyordu detaylı detaylı. bir sürü resim de mevcuttu. belki 100 kere baştan sona okumuşumdur. hiç unutmuyorum arkasında da bir bayan mayosunun reklamı vardı. dergiyle gelen poster de duvarımı süslüyordu.

    bu arada ilk kez o yıllarda bu müzik yüzünden aile baskısına maruz kalmıştım. satanizm olayları patlak vermişti, bizimkiler de; metalci, siyah giyinen çocuk olduğum için beni de o kadroya uygun gördüler ki aman oğlum dediler. "baba, bizimkiler namazında niyazında, ne satanizmi. evden mescide, mescidden eve" diyebilmek isterdim, ama diyemedim. çaktırmadan devam ettim, zaten bizimkiler de bir şey demediler sağolsunlar.

    sene 2000, yer ankara

    okuldaki kızlardan birinde s&m albümü vardı. hemen ödünç istedim. karşılığında da benim best of'u vermiştim. kardeşim dinlemek için istediğinde uyuzluk yaptım. belki emanet olduğundan vermek istemedim. başına bir şey gelir diye. korktuğum da olmuştu. bendeki walkmanin ses kaydetme özelliği de vardı ve o salak kırmızı record tuşunu play tuşunun içine yerleştirmişlerdi. zavallı kardeşim de yanlışlıkla basmanın cezasını kötü şekilde ödeyecekti.

    öyle kavga ettim ki beni o kıza rezil edeceğinden dolayı, daha ben hayatımda kardeşimle böyle bir kavga yapmadım. karanlıkta burnuna öyle bir vurmuştum ki yere düşmüştü, burnu oluk oluk kanarken yerde de vurmuştum. o orospu kızın siktiri boktan kasedi uğruna ömür boyu pişmanlık duyacak bir şey yapmıştım. kardeşimden de burada hepinizin huzurunda bir kez daha özür diliyorum kendisinden.
    kaseti kurtarmanın bir yolunu bulmuştum, s&m'in cd'sini bulup orjinal kasede baştan kayıt yaptım. kıza kasetlerini götürdüğümde şok olacaktım.

    gayet gülümseyerek ve sanki çok iyi bir bok yemiş gibi kasedimi bana uzattı. aman allah'ım. kasedin bandı kopmuştu. "yaaa yanlışlıkla oldu sakın kısma tamam mı?" dedi.

    senin ananı sikiyim lan ben dedim içimden, zavallı kardeşim geldi aklıma. elim kırılsaydı amına koyim. bu kevaşenin yüzünden çocuğu son rounddaki ivan drago'ya çevirmiştim.

    bu arada metallica o yıl mission impossible 2'ye soundtrack yapıyor ve bu gaz şarkıyı bomba ötesi bir video ile taçlandırıyordu. i disappear'ın videosunu her saat başı cnn turk'de yayınlanan haberin arkasından gösteriyorlardı. saat kurup 3-4 kere izledim diyebilirim.

    sene 2001, yer ankara

    artık viledadan gerçek bir gitara transfer olmuştum. klasik gitar almıştı babam bana, söz verdi. öğrenince elektro alacaktı. o klasik gitarı arkadaşıma gösterdim, hemen elimden alıp nothing else matters ve mama said parçalarını çaldı. büyülenmiştim. halbuki ne basit şeylerdi ama o zaman farkında değildim. ben de çalmalıyım azmiyle asıldım, asıldıkça asıldım. ve okuldaki arkadaşlarla ilk ve de son konserimizi o okulun devasa sahnesinde vermiştik.

    bu arada jason'ın gruptan ayrılışı yakın bir akrabayı kaybetmişçesine sarsmıştı beni. sebebini bilmesemde sanki sorumlu lars gibi, ona kızıyordum.

    sene 2002, yer ankara

    liseden üniversiteye terfi etmiştim. artık bilgisayarla beraber sürekli internet de elimizin altındaydı. metallica'nın s&m dahil tüm diskografisini edinmek sadece 2 milyona bakıyordu. 3 cdden oluşan metallica live shit binge and purge ise arkadaşdan çekilmek üzere hazır bekliyordu. bu arada babam da verdiği sözü tutmuş ilk elektro gitarı 22 mayıs 2002'de almıştı. siyah renkli bir fender squierdı. o senenin sonunda tnk'nin solisti caner'le tanıştım, kral çocuktu. bir sürü hayali vardı, nargile sefası sürüp onu dinliyordum. sesi de güzeldi. o hayallerinin bir çoğuna kavuştu. müziği seven, bilen insanlarla beraber olmak bambaşka bir keyifti.

    hayri plak her daim durduğum bir durak, az üstünde dost'un müzik rafında duran metallica tarih ise her sayfasını tekrar tekrar okuduğum bir kitaptı.

    sene 2005, yer alabama

    work and travel programıyla alabama yolcusuydum. metal dostlarını orda bulup berhüdar ol demek bir adım uzağımdaydı. çok dostlar edindim yine metallica muhabbetiyle, beraber çaldık eğlendik. metallica bayrağını göndere daha doğrusu göbeğe çekiyordum yeri geldikçe.

    tüm çıtır kızlar tikiyse sikeyim metal felsefesini, diyen büyük üstad, büyük metalci the agathodaimon gibi düşünmedim. gençtim, ama onun dediğini yapmadım. kendisine saygım sonsuzdur, metalci kişiliğini de asla sorgulamam.

    sene 2008, yer tekirdağ

    üniversite bitmiş, zamanında hiç ingilizce bilmeyen adam büyümüş, ingilizce öğretmeni olmuş. ilk zamanlarda olduğu gibi hevesli olmasam da metallica yine hayatımın bir köşesinde, ama ismini duyunca pavlov'un köpeğine dönen adam gitmiş tabi. bu sene hayatımda bir dönüm noktası oluyor.

    evleniyorum. düğün tarihine yakın bir zamanda gene konsere istanbul'a geliyorlar. aslında benim düğüne de uğrayabilirlerdi. yine gidemiyorum. bu arada köprünün altından çok sular geçiyor, st. anger diye bir garabet çıkıyor, onun üstüne yine benim ısınamadığım bir death magnetic çıkıyor. james değişiyor, zamana karşı gelemiyorlar. yaşlanıyorlar.

    sene 2010, yer şanlıurfa

    birincisinde küçüktüm.

    ikincisinde evlendim.

    ama bu üçüncüsünü kaçırmayacağım.

    11 gün sonra bu saatlerde eğer hala yaşıyor olursam, hayatımın en mutlu anlarından birini yaşıyor olacağım. bileti elimde. bilmiyorum kalbim sizi sahnede canlı görmenin heyecanına dayanabilecek mi? umarım dayanır da en azından aynı anda aynı havayı solurken beraber söyleriz şarkıları.

    hell yeah

    biterken sad but true çalıyordu. anam avradım olsun hetfield anlattıklarım hepsi de true'ydu.

    edit: ulan bunu okuyan çıkarsa helal olsun. özet geç piç demeyin, şerefsizim çok duygusalım şu an. zaten saat 03,08 olmuş. yarın okula gecikirsem sıçarlar ağzıma.

    edit 2: sabahım tam üçünde, dertlerin en gücünde olduğum için mantık hatası yapmışım. bu üçüncü değil dördüncü gelişleri. akincibeyine ve mükemmel mesajlarıyla duygularımı paylaşan herkese çok teşekkürler.
4038 entry daha
hesabın var mı? giriş yap