• makul kaderime yok teselli
    kimi seveyim? kimi? bu denli
    konuşur olduk senli benli
    işte o karanlık yuttu beni

    kurumuş dal gibi gamzeleri
    bir adım daha atsam, sendelerim
    açtığın yaralar hayli derin ama
    kul kaderini yaşar, ben de seni
  • sonsuza değin ayrılmak üzere el sıkışalım.
    tüm yeminlerimizi yok edelim.
    ve günün birinde yine karşılaşırsak,
    eski sevgimizden bir tek zerrenin kaldığı,
    ne senin yüzünden anlaşılsın,ne benimkinden.

    <<michael drayton>>
  • ne gaye taşıyorum,
    ne bir dağ aşıyorum;
    delice yaşıyorum,
    ne ihtiras ne ümit.
  • benim mezarlarımda ölü yok;
    hep yaşamış olanlar var..
    anılarımda bir yer
    dinmeksizin acıyor,
    günbegün,
    bundan.

    güldüğümü görenler
    bana bakıyor,
    görüyorum..
    ağlasam geçer,
    biliyorum..
    ağlanmıyor.
  • how many roads must a man walk down
    before you call him a man?
    how many seas must a white dove sail
    before she sleeps in the sand?
    yes, and how many times must the cannonballs fly
    before they're forever banned?
  • bir güncel sesle sonra, çirkin ve çiğ
    bir kirli görüntüyle hayata ilişkin
    dönüyoruz gerçeğin o kalın çizgisine..
    yeni yeni yaşamlar kuruyoruz ödünler vererek
    aklımızda yüzlerce geçerli açıklama:
    "yaşamak zorundayız nasılsa, iyidir
    hiç yoktan var olmak" adına
    karşı çıktığımız ne varsa yapıyoruz hepsini.
    bir kan pıhtısı gibi yarada kuruyan
    binlerce uyuşturucu merhemle donuyor kalbinizde anılar inançlar incelikler düşler..
    (bkz: şükrü erbaş)
  • gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
    şiir kalsın istersen, sadece otursak.
    oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut.
    ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
    yüzüme bak ama anna, yüzüme bak.
    gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
    gözlerim biraz karanlık.
    içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar,
    kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler, sezailer,
    siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi,
    duvarlara uzun dalmışlıklar var.

    gözlerim biraz yorgun.
    içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler,
    bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…
    bekleyişler anna.
  • boğuk çıkıyor sesim, kesiliyor nefesim.
    üşüyorum sürekli, bana kış artık her mevsim.
    şiir yazarak avuturdum kendimi eskiden,
    rüzgarlar içime içime esiyor artık en derinden.
    adımı da unutturdu sana bu zalim dünya, ne gelir ki artık elimden.
  • yakmadan mumlarını yağmurlu gecenin,
    açmadan kapısını çıkmak için geceye,
    bir çalgı sesi duydu otların arasında.

    bırakmalı bu mumları, diye düşündü, unutmalı,
    yağmuru güneşle ayırmalı ikiye,
    bir kırlangıç koyarak arasına gitmeli,

    nereye olursa oraya,
    siz canavar düdükleri, siz ölü yalnızlıklar,
    bir meşenin akan kanı omuzundan,
    mumlar gibi damlaya durun geceye.

    oktay rifat
  • "...gidip bir uygur çadırında göğü dinledim
    kara bulutlar kükrerken bir kaşgar sabahında,
    oturup aprunçur tigin ile seni konuştuk.

    ....asya'nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime.
    yığılıp kalmışım bu anadolu toprağına sitâre,
    adam akıllı yorulmuşum."
hesabın var mı? giriş yap