• modern zamanın metropollerinde modern köle olup ev-iş sarmalında boğulmuş, sürekli bir şeyleri yetiştirme, bir yerlere yetişme, bir şeyi kaçırmama endişesiyle tükenen ama hayatın ta kendisini ıskalayan insana turgut uyar’ın çağ ötesinden seslenip hediye ettiği muhteşem eseridir. şuan ruhundan ve kainattan uzaklaşıp yalancı sanal dünyalarda aradığı mutluluğu bulamayan her insana böyle bir durak lazım, tüm hızıyla akan bu sahte hayata dur deyip o durakta göğe bakma durağında durup semavatı temaşa etmek en büyük kurtuluş olur, eğer bunu yapmayı başarabilirse insan işte o zaman hayat treninin mutluluk vagonuna binebilir belki kimbilir…
  • noktalama işaretlerini ve satırları oyuna katmak: turgut uyar bunu birçok şiirinde yapıyor. böylece aynı cümleyle farklı şeyler anlatabiliyor.

    ilk ve son bölümlerde ayrı satırlarda "göğe bakalım" diyor. ortanca bölümde ise: "beni bırak göğe bakalım". ne satır aralığı var ne noktalama işareti. yani "beni bırak" ve "göğe bakalım" iki ayrı cümle değil burada. tek bir cümle: "beni bırak göğe bakalım," yani sal beni. beni göğe bırak. hadi bakalım görelim bırakabiliyor muymuşsun?

    bunu ortanca bölümde yapıyor. yani en başta gel beraber göğe bakalım, sonra sal beni, nihayet gel yine bakalım.
  • “dünyanın en güzel arabistanı”nda beni en çeken şiir. göğe bakma durağı, bir boş vermişliği, bir yükten, mecburiyetten kurtulmuşluğu da ele veriyor. yapacak bir şey yok, ancak göğe bakabiliriz. çok tatlı bir duygu. o şiirin yazıldığı günlerde şehirler garnizon olmaktan yeni çıkıyor, ama henüz metropol de olmamış. bu, hayatın bir ara deneyimi. bu da en iyi imajlardan biri: göğe bakma durağı. kalabalık değil, başında bekçi de yok. garnizon değil, henüz metropol de değil. bu insanlar o aralıkta çıktılar zaten: turgut uyar, edip cansever, bilge karasu... türkiye bir garnizon olmaktan çıkıyor, sermayenin dolaşımının mekânı haline gelmemiş henüz.

    birçok şair için, âdet olduğu üzere, “yaşıyor” denebilir elbette. ama günümüz itibarıyla, turgut uyar üzerine “bahisleri yükseltmek” gibi oylumlu bir kitap yazılmasına, bir rock grubunun onun bir şiirini, “büyük ev ablukada”yı kendisine isim yapmasına, birçok internet sitesinde şiirlerinin alıntılanmasına, konu edilmesine bakarsak, turgut uyar’ın yaşaması bir yana, güncel olduğu söylenebilir pekâlâ. bu güncelliği neye borçluyuz? uyar şu saptamayı yapıyor: “vakti geldiğinde ölemeyen şiir kendi zamanında da yaşamamış demektir. ölümünden sonra hiç değilse bir süre daha yaşamaya devam etmesi de kendisinden sonra sorulmuş birtakım sorularla boğuşma yeteneğine bağlıdır.” uyar’ın kendisinden sonra sorulmuş sorularla başa çıktığı söylenebilir herhalde...

    biz iyisi mi yine göğe bakalım; içimizde sebebini bilmediğimiz öfkeyi unutmak, kalbimizi yoran aşk acılarımızla baş edebilmek, unuttuğumuz nice güzel değeri hatırlayabilmek için ve bazen teşekkür etmek için…
  • ezbere bildiğim şiir. güzel bir şekilde okunduğunda bir hayli etkili olabiliyor.
  • masumlar apartmanı dizisi ile tanınmış abidik gubudik isimli saçmasapan şiir.
  • leyla ile mecnun izlememiş yazarın, masumlar apartmanı ile tanındığını sandığı şiir. hatta bundan da önce -en azından- edebiyat dersine girmiş olunsaydı bilinirdi.
  • turgut uyar bu şiirini 1959 yılında kitabına eklemeden öncede, insanlar göğe bakıyordu. göğe bakma kimi zaman mutluluk eylemine erişmek iken, kimi zaman amansız bir mutsuzluğun ardından gözyaşları veyahut çaresizce duruşu simgeler.

    şiiri tekrardan dillere dolayanın bir nevi osman sonant'ın şiiri leyla ile mecnun dizisinde okuyuşu olduğunu kabul etmeliyiz.

    türkan ildeniz'in "işte benim yine" şiirinin ilk mısraları, bu şiire bir tür zehir-panzehir ilişkisi sunuyormuş gibi geliyor:

    --- spoiler ---

    her susmak ölüm değil iyi belle
    sustum sustum da güçleniverdim.
    susmak
    daha büyük çığlıklara hazırlık bende.

    --- spoiler ---

    o göğe bakış anında her ne sebeple olursa olsun, susunca turgut uyar'ın aksine bir iş yapmış gibi insan oluyor. susmak, tüm duyguları içinde barındırma olanağıyla insana amansız bir güç verebildiği gibi, acı verici olabiliyor da...

    ve insanlar olarak biz yalnızca dua, istek, minnet, talep gibi bu eylemlerin peşinde duruyoruz. yapabilir olunca, o anın çevresinde veya içerisinde olunca başlıyor kerizliklerimiz. sonra da yalnızca görsellere, canlı tablolara ya da videolara öykünüp duruyoruz. kendi hikayelerimiz peşinde koşarken, bir başkasının hikayesi daha canlı ve yaşanabilir geliyor hissi... bundan kurtulmak için adım atmamak ya da adım ararken dahi bir yerlerde, aradığımız şeyin canlılığı karşısında bezgin düşmemiz gerçekten neyi isteyip, neyi istemediğize dair kafa karışıklığını ortaya koymaktan başka bir neticeye bizi götürmüyor.

    --- spoiler ---

    durma kendini hatırlat
    durma göğe bakalım

    --- spoiler ---

    kendisini hatırlatacak kimsen kalmadığı zaman, göğe bakmak daha anlamlı olabiliyor. kendini arıyor, kendini bulma çabasında, kendine dileksiz bir görebilme görevini apansız ve istemsizce verebiliyorsun.
hesabın var mı? giriş yap