1039 entry daha
  • bir kelemek geziyor entrysi ile yine karşınızdayım sözlük.

    yemin ediyorum biri bana maaş bağlasa ben de gezsem dünyanın en mükemmel olayı olur. ama bu hangimiz için güzel olmaz ki. evet gelelim londra'ya

    ulaşım; dünyanın en eski metrosu burda bildiğiniz üzre.underground olarak biliniyor, zone zone bölünmüş halde, moskova metrosunu alt eden kelemeğe tabi ki vız geldi tırıs gitti londra metrosu. kadın kullanıyor falan diye de sasırmıyoruz tabi ki artık.
    ama kafa açan 'mind the gap' anonsları iç baymıyor değil...ben görmedim ama hala o kadar yazıya o kadar uyarı anonsuna ragmen kapılarda takılan yapışan tipler oluyormuş ne diyeyim kısmet.
    pek tabi şirin londra otobüsleri çift katlı kırmızı tontişler. oyster gerekiyor öyle basar mısınız benim içinde falan olmuyor. oyster kart için haftalık metro+bus ücreti 32£ sözlük. tl ye çevirince için acıyor ama napıcaksın. sınırsız bir hafta boyunca metro bus ne verdiyse biniyorsun. tabi ki zone 1-zone 2 seklinde yükleme yapılıyor.
    bir de sadece bus seklinde yükleme var o zaman metroda kullanamıyor metro için tek seferlik yükleme yapıyorsun. sadece bus haftalık 26£ idi galiba.
    inanılacak olmayanı anlatayım 'bus times' şeklinde app.leri mevcut durakta iken durağınızı işaretleyip gelen otobuse ne kadar süre kaldıgını görüyorsunuz. inanılmayacak olan süreyi göstermesi değil 3 dk sonra 141 pk durağında diyorsa 3 dk sora o otobüs orda oluyor..bazı duraklarda dijital panolarda var durağa gelicek otobüs dk.larını belirten yine dediğim gibi %95 dakik tüm otobüsler. muazzam hizmet..yine kadın soforlere sasırmıyoruz.

    yeme-içme; ben sürekli farklı restaurantlar farklı lezzetler denedim diyebilirim. pubların leziz hamburgerlerinden tutun da, italyan restaurantlarının enfes bifteklerine yemeğe kıyılmayıp yanak yaslamalık tiramularına, uzo eşliğinde yenilen yunan lezzlerine kadar. yani damak zevkinize uygun birşeyler mutlaka ama mutlaka bulursunuz. fish&cips i brighton'da en eski en ünlü yerinde yedim bir numarası yok dünya para verdiğimizle kaldık. özenmeyin. balık patates bezelye ezmesi kombinasyonu neticede. asıl akıllara durgunluk veren tabi ki kahvaltıda yedikleri ve kfc menuleri yanında verdikleri kurufasulye! anlamıyorsunuz yani anlasılacak gibi değil.
    kahvaltı bu değil!!! diyip sarsılıyorsunuz o kadar. kahvaltı olayı sıfır. herr ama heeeeeeer köşe bası (bkz: pret a manger) var ürünleri sandvinc vs. taze günlük meyve suları da keza. olayı bu başka numarası yok. ama görmekten kör oluyorsunuz artık. bi tane de biz mi açsak o kadar mı ucuz dedirtiyor.publar sahane her köse bası pub. iş cıkısı takılan centilmen beyleri görmek mümkün. peak saatler var tıklım tıkıs oluyor happy hourlarda içmek en mantıklısı zira £ yetişmez içeceklere. gece final öncesi çınn çınnn diye zilleri var cok tatlış. son servis diyor gel al diyor kapatıyoruz diyor.
    eklemeden geçemeyeceğim tek nokta onlarca mekanda bir tane suratsız bir tane kötü servis yapan garsonun olmayışı! ya adam kabul etmiş bu benim işim demiş ne kafana atar gibi servis yapıyor ne de suratsızlıgıyla seni rahatsız ediyor. güleryüzlü bi sekilde acıklamalar bilgiler havada ucusuyor. kadın-erkek farksız. bir de sipariş verip yiyecekleriniz geldikten takribi 5dk sonra gelip herşey yolunda mı diye soruyorlar. istisnasız her yerde.

    kültür-sanat; londraya gitmişseniz ilk yapmanız gereken 60-70£ a kıyıp bir müzikal bileti almak! bu 2 2 daha 4 kadar net birşeydir sözlük. ben hayatımın en tatlı süpriziyle charlie'nin cikolata fabrikası biletine nail oldum. hayatımda, ömrümde izlediğim en ama en güzel şeydi. yani nutkum tutuldu izlerken, şaşkınlıktan kendime gelemedim sahne showlarında. cidden anlatılmaz yaşanır bir tecrübeydi.ölmeden yapılması gerekenlerden. bir kere tiyatro binaları 1800 yıllarında kurulmuş var sen tiyatro konusundaki gelişmişliklerini düşün..
    malum londra müze cenneti, bir cogu da ücretsiz.victoria and albert museum mesela 5 milyon parça varmıs gez gez gezz bitmiyor. her bir yerden bişey dünyanın tüm köselerinden. ben ki kendimi müze sever olarak bilirdim italyada agzı acık gezmiş biri olarak burda ve british museumda ki herşey bana o kadar yapay geldi ki.
    yani sanki hepsi fabrikasyon ürünü.bilmiyorum neden öyle. sıkıldım özetle gezerken. cok parca var. hangi birine bakıcam derken eööhhh diye afakanlar basıyor.
    natural history museumda beni cezbeden cocuklugumdan beri ilgimin oldugu dinazorların oldugu bölüm. trex'in hareket eden maketi bile var. tam yemelik. yine burda kültür sokuna ugradıgımız bir konu müzede her yerin ilkokul bebeleriyle kaynıyor oluşu, ögretmenleri basında sırtlarında fosforlu yelekleri bebeler geçmiş fosil ciziyor , yok efendim heykellere bakıyor. müze gezerek büyüyen nesil düşün. onlar kibar olmasın da kim kibar olsun.

    sosyal-gece hayatı; insanların kibarlığını aklım almadı sözlük. sürekli duydugum 'sorry' kibarca yol istemeler, metroda yolda karşı karşıya gelince sorry diyerek yol vermeler. ya bu adamlar niye bu kadar kibar diyorsun. bir keresinde acele ederken ben caprtım hafifce birine daha sorry diyemeden adam sorry dedi. ben carptım ben.. adam özür diliyor.bir de bir çok yerde thanx yerine kullanılan cheers kalıbı. ben sevdim, her birkimseye cheers diye teşekkürümü ettim.
    parklar bahceler sahane bahsetmeye gerek bile yok ben mevsiminde orda değildim ama (bkz: regent's park) 5000 adet gülüyle meshur..sadece fotograftan görmüştüm harikaydı ben ordayken kel aynak gibiydiler.
    ve pek tabi gece gündüz yer mekan ayırd etmeksizin kosan insanlar. dur durak bilmeden kosan insanlar. bir allahın günü geçmedi ki kosan insan görmeyeyim, yani adamlar gayet koşu kıyafetleriyle parkta da kosuyor (bkz: millenium bridge)de de (bkz: st paul katedrali)'nin önünde de. sanırım koşan insanlarla ilgili bir durum var yani ada o şekilde denge de falan herhalde benim aklıma o geldi, bilmiyorum.
    gece hayatına gelecek olursak publar zaten sahane belirtmiştim iş cıkısı gidip yemek yiyip takılıyorsun. ben ordayken sadece bir gece klubune gittim.o da hadi gelmişken görmedik dememek için. (bkz: ministry of sound)
    içinde farklı farklı müziklerin yapıldığı boxların bulundugu bir gece klübü. içeri girerken 3 kontrolden geçiyorsunuz artık. aramalarda aramalar. benim o gece elimde seffaf içi gözüken bir canta vardı sadece telefon kartlık vs şeklinde. en son kontroldeki kadın oo gayet akıllıca dedi, ne sanıyorsun tatlım sen türk kızını diyemedim.
    içerde montunuzu verdikten sonra size verilen kagıdın fotografını cekin uyarıları aksi takdirde sabaha kadar beklersinizler. telefonunuza sahip cıkın uyarıları falan derken hep aynı tarz müziğin devam ettiği yer. ya da bizden geçmiş. çok sarmadı, bir de uyusturucu soran ingiliz kızına kibarca ingiliz aksanıyla no diyiverdim.
    o2 arena sahane büyük kocaman bir yer, konsere alanı düzeni sahane. iceceğini alıp konseri izleyebiliyorsun. her yerde essek kadar 10£ un altına kredi kartı kullanılmaz yazısına ragmen, 'ya pardon hiç nakitim yokda size de alsam olur mu' diyen yaratıcı! türk erkekleriyle de karşılaşabiliyorsunuz. kenya olsa fark etmez yaratıcı! yurdum erkeği.

    her kesime hitap eden bölgeler mevcut, (bkz: camden town) gayet aykırı tipler içinken, değişik kokular arasında gezerken yanınıda kulagına (kulak memesine) 4cm capında yuvarlak küpelileri görüyorsun, klasik satıcıları, (bkz: amy winehouse) heykelini..ordan sohoya geçip gezebiliyorsun..ardından (bkz: harrods) alısveriş merkezine girip müze tadında her gördüğüne sadece bakabiliyorsun da. zira cidden müze tarzında kendisi.

    brighton; okyanus kenarı şahane tatlı bir yer. londra merkeze trenle 50dk civarında. ordayken hava cidden kapalı ve yagmurluydu tabi bir de su kenarı nasıl esiyor. en eski fish and cipsci var burda asırı pahalı orda yemeyin sakın.bir numarası da yok. palace pier diye iskelesi var bir sürü eglenceli oyuncakların bulundugu para tuzagı bir yer. atıyorsun da atıyorsun birşey kazandıgın yok. sonra okyanus kenarı kumluk değil taslık. ona bir sasırdım. sonra merkez cok tatlı, değişik değişik dükkanlar var, dolasması keyifli. ama tam yazlık yer. yazın cıvıl cıvıldır eminim.

    havası malum, genelde kapalı yağmurlu yağışlı inancıyla gittim ama 3 haftada 3 kere yagmur ya gördüm ya görmedim. türkiyede kar kıyamet koparken orada güneşli havada soguk ama masmavi gökyüzüyle gezdik durduk. pahalı mı? pahalı yeterli kalmaz anlatmak için londrayı. dehşet verici oranda pahalı. yani zaten türk olarak tl ile gittiğiniz için bir homeless ile birsiniz nerdeyse (zira homelessların hepsi köpek sahibi, devlet köpek bakan evsizlere aylık 300£ yardım yapıyormuş) ben giderken pound 3.8tl idi. ilk zamanlar sürekli türk lirasıyla kaca geliyor hesabı yapmaktan beynim yandı. direk 4 ile carpıyor ve bir miktar da cıkarıyordum ve üzücüydü sonuc. aslında bakıcak olursan aynı türkiye gibi. yani fiyatlar ortalama aynı bir tek £/tl farkı var. iki kişi aksam yemeği ortalama 50-70 civarında tutuyor. su mesela 1£, ama düşünsene bir suya 4 tl verdiğini? oha pegasusta mıyım? diyor insan. orda yaşar orda ortalama bir işte calısırsan sıkıntı olmaz.ama pahalı cidden pahalı yani. ev kiralarına ev fiyatlarına hiç girmiyorum. orda 2+1 ev kirası ile türkiyede kredi ile yalı alırsın. hos orda da mortgage ile azar azar ödeyerek ev sahibi olmak mümkün ama cocuguna miras olarak borclu ev bırakıyorsun gibi birşey. zira taksitler 30-40 yıllık gibi. kanada da sistem aynı.bir milyon dolara ev mi alınır kitapsız'ın ingilizcesi cok etkin değil..

    ozetle git gör sözlük, güzel naif bir şehir.seni sarıp sarmalıyor. yormuyor da. pahalılıgı hırpalasa da seviyorsun cok..gidecekler çekinmeden yeşillendirebilir, elimden geldiğince bilgi paylaşımında bulunurum.

    okuyanın da ayrıca sabrına sağlık,
    sevgiler
    gezenti kelemek/2015

    bunu okuyan bunu da okusun denilen;
    (bkz: #66503069)
2270 entry daha
hesabın var mı? giriş yap