• yola devam, filmin türkçe adı.
    hit the road, ingilizcesi.
    jaddeh khaki ise orijinal farsça adının latinize edilmiş hali.

    dilinde binlerce farsça kelime bulunan bizim için filmin transkribe edilmiş farsça adı anlamsız görünse de jaddeh, esasında bildiğiniz cadde ki bu kelimenin asıl anlamı yol; ve khaki de her daim moda olan haki rengi, ki bunun anlamı da toprak. bu durumda jaddeh khaki hemen anlam kazanıyor: toprak yol.

    bir kere şunu hemen söyleyeyim: sadece bu film için bile mubi'den razıyım. günün filmi diye rastgele karşıma çıkardığı imdb puanı 7,3 olan bu filmi karşıma. üstelik yönetmenin ilk filmi! cafer penahi'nin oğlu olmasından mütevelid, panah panahi yönetmen geniyle doğmuş olsa gerek! ya da ünlü bir babanın soyadını haketmek için kusursuz olmakla da açıklanabilir belki. zira derin bir ayrılık acısını müthiş bir komediyle anlatmak başka türlü mümkün değil...

    --- spoiler ---

    bir kere film daha ilk sahnesinde müthiş bir müzikle açılıyor: schubert'in 20 nolu piyano sonatı. gerçi bildiğim kadarıyla filmin soundtracki henüz yayımlanmadı ama şazam sağolsun, buraya bırakayım filmdeki diğer müzikleri:
    - delkash, porsoon, larzoon,
    - hayedeh, soghati,
    - shahram shabpareh, diyar,
    - ebrahim hamedi, shabzadeh.

    iran'ın 60-70'lerde popüler olan bu inanılmaz leziz müzikleri filmde o kadar güzel kullanılmış ki yeri geliyor oynatıyor yeri geliyor salya sümük ağlatıyor. özellikle yukarıda son sırada yer alan hamedi şarkısı filme öyle bir nokta koyuyor ki tanımlamak mümkün değil, izlemek gerek: https://youtu.be/-k587x4lfho

    madem son sahnedeki müziği izlediniz, sondan bir öncekini de izleyin: https://youtu.be/ahtzgcg924g

    --- spoiler ---

    ha bu arada filmin oyunculukları da mükemmel. özellikle çocuk oyuncu rayan sarlak o kadar etkileyici bir performans sergiliyor ki filmi bambaşka bir noktaya götürüyor.
  • iran yeni dalgasının gözde yönetmenlerinden cafer penahi'nin kendi gibi yönetmen olan oğlu panah penahi'nin ilk uzun metrajı, ''hit the road''.

    son derece kaotik ama birbirlerine sevgiyle bağlı orta sınıftan bir aile, tahran'dan türkiye sınırına doğru engebeli ve kurak bir arazide yola çıkmışlardır. arka koltuktaki müşfik ve muzip babanın görünürde ayağı kırıktır ama bu gerçek midir? yanıbaşındaki 6 yaşındaki dünya haşarısı dünya sevimlisi oğlu, jipin - cafer penahi'nin kendi jipi, kendi oynadığı son filminde de kendi kullandığı bej rengi 4x4 mitsubishi pajero - bagajında çok hasta ama taptatlı köpekleri jessy, ön koltukta kalbi parça parça kırık ve gözyaşlarına hakim olamadığında gülümsemeye çalışan, şarkı söyleyip dans ederek üzüntüsünü saklayan anne, bir de hiç konuşmayarak arabayı süren çok gergin büyük oğul. onu iran'dan çıkarmak amaçları. bir suçu var - biliyoruz ki cezasız suç olmaz - ve ceza almasın diye ülkesinden de ailesinden de kopuyor. sınırda önce karantinaya alınacak, sonrası meçhul. bu uğurda bir ev satılmış. kimse bundan fazla bahsetmemeye çalışıyor, özellikle de yaramaz delifişek velede hiçbir şey çaktırmamaya çalışıyorlar. köpeğinin öleceğini de söylemedikleri gibi.

    babanın pervasız şakaların arkasına özenle sakladığı içe atılmış kederi, annenin ihsas ettirmekten ödünün koptuğu içini kavuran acısı, ailesinden ve memleketinden kopmak üzere olan gencin titrek korkusu ve suskun hüznü sürekli hissonuluyor. şeytan çekici velet olmasa enerji nakil hatları gibi çatır çatır elektrik yayacaklar ama onun hatırına - zaten öyle değil midir, bu dertli dünyada herşey sırf çocuklar mutlu olsun diyedir - öyle bir neşe de var ki jipte, derin trajediyi bir kenara bırakıp hikayeye çocuğun saf naif ve sevinçli gözünden bakmaktan kendini alamıyor seyirci.

    bu dört kişi ve bir köpek yoldalar, kaçıyorlar ama sanki kilometreleri değil, hayatın kendisini geride bırakıyorlar. endişe, eğlence, sinir harbi, sessizlik ama hepsini örten dozda bir sevgiyle ''yola devam'' ediyorlar.

    dünya prömiyerini geçen sene cannes'da yapan ve övgülere boğulan jaddeh khaki; masalsı görüntüleri, olağanüstü oyunculukları, genç bir yönetmen için çok olgun olan sinematografisi ve çoğu zaman komiklik dozu yüksek - iran sinemasında pek rastlanmayacak türden bir komiklik hem de - ama çok dokunaklı ve yürek burkucu hikayesiyle; sevgi, aile ve birbirine kopmaz bağlarla bağlılık üzerine harikulade bir yol filmi, bir ilk film.
  • giden mi sürgün kalan mı?

    şimdi gel de iran övme, gel de iran övücülerinin neferi olma.

    iyi şarap için gereken kaliteli üzüm çorak topraklarda yetişiyor. asma, güllük gülistanlık yerlerdeki kardeşleri gibi minerali kolayca bulamayınca mecburen köklerini iyice uzatıyor toprağa, en derinlerdeki, en gizli yerdeki, en bilinmeyen, en lezzetli aromaları bulup meyvesine aktarıyor. baharatlı ve zengin bir tadı olan shiraz şarabının kaynağı iran mı yoksa fransa mı hala tartışılıyor ama hayyam'ın rubailerinden biliyoruz ki en iyi şaraplar gibi, neşenin, hüznün, umudun, hasretin en gerçek tezahürleri de yüzlerce yıldır çekilen acılardan her biri adeta ermişe dönen vatandaşlarına sahip iran'dan çıkıyor. binbir gece masalları gibi bu toprakların hikayeleri hiç bitmiyor.

    hikaye aslında basit ve eski ama yetenekli ellerde bu film gibi vurucu olabiliyor hala. filmin yönetmeninin babası cafer penahi rejime karşı gelme (aka fetöcü) bahanesi ile tutuklanıyor, kızkardeşi filmdeki delikanlı gibi ülkeden kaçıyor, iran'ın en yetenekli müzisyenlerinden mohsen namjoo yıllardır sürgün, iran'da sanatçıları yasaklamak, hapsetmek, onları sürgün etmek hükümetin olağan işlerinden. son zamanlarda rejime karşı çıkan gençleri apar topar asmaya kadar vardırdılar hiçbir tanrının affedemeyeceği suçlarını.

    filmdeki delikanlının sebebini öğrenemesek de ülkeden kaçmak zorunda kaldığını anlıyoruz. kaçakçıların parasını verebilmek için evlerini satıp, bir araba kiralayıp onu yolculayan ailesi ile birlikte düşüyorlar yollara. adım adım tanıyoruz bu ilginç çekirdek aileyi. tanıdıkça kaynaşıyor, kaynaştıkça daha çok seviyoruz. baba rolünü oynayan george clooney'in tahran versiyonu aktör filmde de baba rolünü oynuyor. umursamaz, hatta bir işe de yaramaz ama nerden geldiği belli olmayan bir otorite sahibi. her baba gibi evladını seviyor ama yüz göz de olmuyor. evladının tecrübesizliğini zayıflığı adlediyor. anne ise aileyi çekip çeviren gerçek otorite ama duygusal işte, ancak babayla dengeyi oluşturuyor. rejim onu da paranoyak yapmış, durup dururken "takip mi ediliyoruz" diye işkilleniyor. kaçmak zorunda kalan büyük çocuk, yeni gelin gibi hem ağlayıp hem gidiyor. hem babası hem ülkesi onu kaçmaya zorluyor ama "ya nasip" demek kolay değil. aileni yaşadığın toprakları bırakmak zor. ufaklık ise filmin kuşkusuz starı. salak, eğlenceli, geveze, batman hayranı, türküleri ezbere bilen, tanrıyla ilişkisi bambaşka bir çocuk. ailenin de ülkenin de geleceği bir yerde. şimdilik abisinin neden gittiğini bilmiyor. bakalım büyüyünce abisini geri mi getirecek yoksa o da küçük kara balık gibi yuvadan mı uçacak?

    yönetmen panah panahi 39 yaşında ve bu ilk filmi. hem yazmış hem de yönetmiş. elbette bütün gençler gibi rejime muhalif. şu an tahran'da yaşıyor ve hikayelerinin kaynağından ayrılmak istemiyor ama kafasında gitmenin hayalini de kuruyormuş bazı bazı. röportajında kendisi de söylüyor, babası ünlü yönetmen jafar panahi ile karşılaştırılmak onda ciddi bir baskı oluşturmuş. filmdeki delikanlının kaçış tedirginliği, babası ile ilişkisi falan belli ki yönetmenin kendisinden geliyor bu anlamda hafif otobiyografik bir film de diyebiliriz.

    kamera kullanımı, geniş mi geniş planlar, kaşıma çubuğu, koltuk değneği gibi sıradan eşyalarla oluşturduğu minimal ve mizahi dünya, kullanılan müzikler, her biri çok başarılı ve sonucunda unutulmaz bir ilk film ortaya çıkıyor.

    genç yönetmen umarım ülkesinden kaçmak zorunda kalmadan, tüm otoriter rejimlere inat yaşadığı topraklardan beslenerek hikayelerini anlatır durur. darısı başımıza.
  • iranlı yazar ve yönetmen panah panahi'nin ilk uzun metrajı olan etkilendiğim film. ülkesini ve ailesini terk etmek üzere yola çıkan yetişkin bir erkek çocuk ve onun ailesiyle arabada ve yolda geçirdiği saatleri izliyoruz. çekirdek aile 4 kişiden oluşuyor. anne, baba, 6 yaşında haylaz bir erkek çocuk ve onun ağabeyi. ayrıca arabada çok tatlı bir köpekleri var. babanın ayağı alçıda ve bu yüzden hareket etmekte oldukça zorlanıyor. arka koltukta küçük çocuğu idare etmekle uğraşıyor. küçük çocuk çok hareketli ve asla susmuyor. ön koltukta anne ve ülkesini terk etmeye çok yaklaşmış bir genç direksiyon başında.

    sınırda kimlerle ve ne ile karşılaşacaklarını bilmeden ilerliyorlar. babanın vurdumduymazlığı arkasında sakladığı hüznü ve endişesi, annenin oğluna göstermek istemediği acısı, ailesinden ayrılmak üzere olan gencin korkusu, stresi ve hüznünü film boyunca hissediyorsunuz. fakat film bu duyguları seyirciye verirken diyaloglar olarak klişelere düşmeden yapıyor bunu. hatta 6 yaşındaki çocuk üzerinden o yolculuğa öyle bir enerji ve neşe pompalıyor ki hem arabadakileri hem sizi ara ara o atmosferden çıkartıp, dünyaya ve olaylara çocuğun gözünden bakmanızı sağlıyor.

    filmde hissettiğim bence önemli olan başka bir konu da aile bireylerinin birbirine karşı olan sevgisi. temelde anne babanın birbirine olan sevgisi öyle güçlü ki bu çocuklara ve aralarındaki ilişkiye de yansımış. bu sevgi de yine klişelere düşmeden seyirciye aktarılıyor.

    filmde en etkilendiğim sahnelerden biri ise annenin direksiyon başındaki şarkı söylerken yaşadığı duygu geçişleriydi.

    93 dakikanızı farklı bir yolculuk hikayesine ayırmak isterseniz bu filmi tercih edebilirsiniz.
  • başrolde sıfır bir dizisindeki savaş karakterinin oynadığı film :) çok beğenerek izledim ama finalde çocuğun şarkı söylediği kısım bir tek bana mı çok garip geldi.
  • jafar panahi'nin oğlu panah panahi'nin yazıp yönettiği iran yapımı yol draması.

    --- spoiler ---

    pahah panahi — who is the son of ıranian master jafar panahi — has not had much trouble coming to the cannes film festival from ıran, unlike his father, who is banned from travel.

    “traveling was not problematic; ı travelled to paris to quarantine for seven days before going on to cannes,” he said.

    to speed things up, pahah’s visa was organized with the help of an invitation from the director’s fortnight, where his first feature, “hit the road,” about a chaotic ıranian family on a road trip across a rugged landscape, is world-premiering on saturday.

    of course his father, whose film “three faces” won the best screenplay award at cannes in 2018, is not just banned from leaving his home country. he’s also banned from filmmaking, after being tried and found guilty of “propaganda against the state,” though he surreptitiously makes films anyway. and pahah has served as an assistant on most of his father’s recent works.

    --- spoiler ---
  • panah panahi kadim bir sır gibi, giz gibi, ezoterik bir inisiyasyon gibi ona babadan, gelenekten, ülkeden miras sinemanın yükünü yüklenip bu filmi çekmiş. hem nasıl bir film çekmiş... yüzüme ve içime paramparça olmuş bir gitmek ve kalmak sınırı çekip sürgünün anlamını yeniden öğretti bana. gerçekten kalan mı, giden mi daha perişan, sürgün? terk ettiğin yere dönemeyeceğini bilmenin acısı mı aslında gitmeyi her şeyden zor kılan yoksa gidenin dönmeyeceğini bilmek mi kalan için kaldığı yeri, dört duvarı yine de sonsuz bir cehennem kılan? ve elbet insanın gittiği şartlar!!!

    bir yolun, bir yolcuğun kendi anlam sınırını durmadan genişlettiği, sorguladığı, kendiyle durmadan hesaplaştığı, dönüştüğü, anlam dizgesini parçalayarak yeniden yarattığı o sınırsız, o bucaksız, yönsüz savruluşu bir kadının, bir adamın, büyük oğlun ve haylaz küçük oğlun varlığına katık ederek yeniden yaratan o geniş, temiz, pürüzsüz idrak belki bir gün bu topraklara da uğrar. çünkü şunu bir kez daha anladım bir kadim sırrı üflüyor iranlı sanatçılar birbine. simgeye, metafora, alegoriye sığınmadan gerçeğin, sadeliğin, görünenin, anlam kastı tam da o olanın kalbinden böylesine büyük bir cevher çıkarmayı yalnızca iyi bir sinemacı olmakla açıklayamıyorum ben. sinemayı bilmekle, sevmekle, tekniği, anlatmayı bilmekle açıklayamıyorum. kulaklarına, yüreklerine, gizil bir dua, bir tılsım gibi üflenmiş, işlenmiş bir hakikatin yapıcılığı bu. gerçekle böyle dövüşüp onu olduğu, bilinen tüm sıkıcılığından sıyırarak, ona gerçeğe dair başka bir gerçeklik ve yücelik düzlemi vererek, ondan kendi gerçekliğini dönüştürebileceği başka bir gerçeklik alanı yaratarak onu yenilemek, işlemek, transformize etmek görünenden çok çok daha zor iş. o yüzden bizim sinemacılar dayanır simgeye, metafora, sembole, alegoriye. o can sıkıcı gerçeği estetiğin kurgusu içinden tüm kurallarına kafa tutarak büyütmek bambaşka iş ve sanırım tüm dünya sinemalarını düşününce iran sineması bu konuda zirvede yalnız.

    4 kişilik bir ailenin bir açıdan yönsüz, darmadığın hayat yolcuğunu izlerken her birinin kendi içinde kırk kilit vurduğu acıyı, umudu, gitmeyi, kalmayı yeniden keşfettiği o can yakıcı gerçek en çok ölüme karşı bir imada bulunuyor. evin küçük oğlu tüm acının, kederin ortasında umudu temsil ediyor. büyükler kaçınılmaz sonun yolculuğuna kendilerini sakınarak, gizleyerek, dillerine, gözlerine, sözlerine, bakışlarına, ellerine, kollarına kilitler vurarak katlanırken küçük çocuk onların uzak bir geçmişte daha önce olduğu, şimdi ve yarın da artık olamayacakları her şey oluyor onlar için.

    gidenin dönmedi bir yer var, orada olduğunu bilsen de, sesini duysan da, fotoğraflara baksana da dönmüyor. sen oraya varmıyorsun. zaman ve dünya öyle bir sınır çiziyor ki aranıza biliyorsun ki tüm imkanların seferber olacağı bir dünya bile aşamaz o sınırı. 'karanlık olmadan dön!' diyorsun oysa gidene, yine de dönmüyor.

    içindeki gurbete, içindeki gitmeye ve kalmaya doğru yürüyen o gölgenin de atlası bu film. yol genişledikçe gitmek ve kalmak imkanının daraldığı, sıkboğaz edilmiş bir yaşam ediminin sıkıştığı o boşluktan yeniden doğmak için dövüştüğü, mağlupluğun hiçbir yere sığmadığı, hiçbir şeyin kazanılmadığı, acının bildiğimiz tüm masallara rağmen galip geldiği ama yine acı şarkıların varlığa, kederden titreyen dudaklara, tanımlanamaz olanın dehşetinden perişan olmuş ağızlara, gözlere rehberlik ettiği bir yolculuk bu. evet acı tutuyor ellerinden, yüreğinden anne, baba ve sürgün oğulun, onlara rehberlik ediyor. o yüzden kadrajları geniş ve uçsuz bucaksız yönetmenin. arabanın simge olduğu o küçücük mekanın acı dolu dar boğazından, dışarıya doğru çevrilen kameranın her defasında acının geçilmez, sarsılmaz kesinliğinden geniş çerçeveler, manzaralara kompozisyonlara uzanması da bundan. dünyanın sürgünle bölünmüş sınırlarını uzayla ve yıldızlara birleştirmesi bundan. gerçeği, o hem ve katıksız gerçeği yine olduğu halin dışına taşırması bundan.

    dünyanın marazkar sınırından taşarak yıldızlara, bilmecelere, mesellere, masallara uzanan, yıldızlar halısının üstünde süren acı bir dünyayı düşle, umutla, masumiyetle takas eden, kaçan, kaçaklığı düşsel bir sınırla çevreleyen ve döneceği gerçeğin yakıcı yüzleşmesini bilerek yine gözlerini hayattan kaçıran o sinemasal omurgayı iki farklı düzlemde birbirine kaynaştırarak eşsiz bir doruk çıkarıyor panah panahi filminde. yolun da, yolculuğun da, gitmenin, kalmanın ve sürgünün anlamına, sınırına yepyeni ve bambaşka bir anlam ve sınır çiziyor.

    ve finalde küçük oyuncunun gerçek bir oyuna dönüştürdüğü deyar parçasıyla tüm zıt, kayıp, gizli, bastırılmış duygular şarkının ritmiyle birbirine karışırken, kendi yüzüne ağırlığınca tokat indiren o annenin acısından, çocuklarının gidişinin imasına dönen köpeğin cenaze törenine uzanan o eşsiz finali ele geçiren shabzadeh şarkısıyla bildiğimiz her şeyin anlamını tuz buz ederek ve sınırlarını yok ederek yeniden koyuyor önümüze panahi.

    allah şahit çok ağladım ben bu filmi izlerken ve sonrasında. 2 gündür finali ele geçiren ebi'nin shabzadeh şarkısıyla mecnun, avare gibi dolaşıyorum işte. başlıkta yazan badilerimin de vurgusunu yaptığı her şeye katılarak güzel şarkının tüm sözlerini aşağı bırakıyorum. sözleri okuyunca şarkının ve finalin anlamı yüreğe geriye dönülmez bir hançer saplıyor. bize de kalbimizde ve hafızamızda bir ömür onu taşımak düşüyor.

    gece oluyor

    sevgili akrabam
    aşiretimin adamı
    binmişsin sürgün atına
    hem de gururla
    bu topraklarda asil bir adamdın
    en çok sen dayandın
    ama sonunda pes ettin
    susuz kalsak da susuzluğa inanarak
    gurur duyduk topraklarımızın adıyla
    hasret dolu rüzgara savurduğun
    sahip olduğumuz tek hazineydi

    hangi sonbahar büyülü sesiyle
    çağırdı seni ey mecnun
    sen de cesaretini toplayıp gittin
    bir gelincik uğruna
    bizimle kal, perişan olsak da
    bekliyoruz burada baharın gelişini
    bizimle kal ki birlikte
    yeniden doğuralım güneşi

    binlerce kuş da âşık senin gibi
    hepsi gecenin içinden geçti
    gün ışığının umuduyla
    temelli gittiler dürüst ve masum
    bir daha da dönmediler
    allah seninle olsun
    karanlıktan bıktın sen
    ne yazık ki bırakıp gitmek değildir
    bu acının şifası
    gittiğin yol günbatımına çıkar
    gündoğumuna değil
    gece oluyor bak, geri dön

    son olarak filmi bana hatırlatarak izlememi sağlayan sevgili lairocse hocama da sevgiler.
  • --- spoiler ---

    -açılış sahnesinde küçük çocuğun babasının bacağındaki piyano tuşlarıyla piyano çalması,

    -baba ile büyük oğulun ayrılık öncesi nehir kenarındaki muhteşem manzaradaki diyalogu,

    -baba ile küçük oğulun altlarına gökyüzünü serip çizgi film kahramanlarından bahsedişi,

    -küçük çocuğun değişik yer ve zamanlarda durup yeri öpmesi,

    -köpeğin bağlandığı sandalyeyle birlikte geri dönüşü,

    -büyük çocuğun, motorsikletle götürülürkenki uzaktan çekim ve muhteşem manzara,

    -annenin, büyük oğlunun saçından bir bukle kesmesi,

    -babanın müstehzi tarzı ve kederli yüzü,

    -annenin çaresiz ve göz yaşları içinde müziğe eşlik etmesi,

    -muhteşem müzikler,

    vs

    --- spoiler ---

    gibi onlarca neden için izlenmesi gereken panah panahi'nin ilk uzun metrajlı filmi.
  • baba-oğul panahiler ne güzeller. panah panahi, 2021 tarihli ilk filminde özgün imgeler yaratıp nefis bir yol filmine imza atmış. tam bir hit the road. filmin, olan biteni geri plana iten gerçeküstücü bir yönü var -düz anlatılar ve kurallı cümleler çağı kapanalı çok oldu. uzay, yıldızlar, çöl, sis, dağlar, yemyeşil bayırlar, gürül gürül akan nehirler, manzarada yalnız ağaçlar ve sürekli toprağı öpen bir çocuk. hem bu dünyada rastlanır yollarda gidiyoruz, hem de dünyadan farklı bir uzamda. yönetmenin sinematografisinin ve güçlü kompozisyonlarının ördüğü düşsel bir uzam bu. büyük oğlan beyaz bir postla* sınırı geçiyor. hangi sınırı? filmin ilk sahnesinde annenin "neredeyiz?" sorusuna küçük veledin verdiği cevap gibi hani: "biz ölmüşüz." şarkı arasında da soruyor: "ölmüş mü?" o astronot kıyafetine dönüşen uyku tulumu, o yıldızlara dönüşen taşlar ve yol devam ediyor, yol bitmez. sınır, menzil, ev, yer, yurt sadece yolun bir ütopyası.

    yönetmen, anlatı sınırlarında dolaştığı gibi janr sınırlarında da dolaşıyor. kâh gerilim kâh drama, kâh komedi kâh müzikal gibi türler arasında geziniyor; orijinal ve doğaçlama bir gezinti. iran sineması sahiden, rıza abbasi minyatürlerine bakmak gibi farklı bir görsel tecrübe.

    final şarkısına ayrıca bayıldım. ebi olarak da bilinen ebrahim hamedi'nin 1976 tarihli shabzadeh adlı şarkısıymış. müthiş. bu arada, pek çok filmde duyduğumuz f. schubert'in 20 no'lu piyano sonatının andantino bölümü de yakın planlarda ustalıkla kullanılmış.

    shabzadeh'in bir kuple sözleri:

    "hangi güz büyülü sesiyle
    çağırdı seni ey mecnun
    sen de cesaretini toplayıp gittin
    bir gelincik uğruna
    bizimle kal, perişan olsak da
    bekliyoruz burada baharın gelişini
    bizimle kal ki birlikte
    yeniden doğuralım güneşi

    binlerce kuş da âşık senin gibi
    hepsi gecenin içinden geçti
    gün ışığının umuduyla
    temelli gittiler dürüst ve masum
    bir daha da dönmediler
    allah seninle olsun
    karanlıktan bıktın sen"

    * bu post bana mitolojideki altın post efsanesini hatırlattı. -- beotia kralının yeni kapatması kralın çocuklarından kıl kapar ve kral, çocuklarını kurban etmek üzere yakındaki bir dağa götürür. olup biteni cennetten seyreden öz anneleri nephele de tanrılardan çocuklarını korumak için altın postlu bir koç kurban yollamalarını diler. sonra iş herkül'e ve medea'ya kadar uzanır.-- aşırı yorum kabilinden değil de sadece bir anımsama.
  • film, izlerken pek akmasa da sonunda duygulara sürüklemeyi başarıyor.

    --- spoiler ---

    film kafada oluşan hiçbir sorunun cevabını vermiyor. nereden ve neden kaçıyor bu genç, neden her şeylerini bu uğurda sattılar, baba neden hasta numarası yapıyor, genç gittikten sonra nereye dönecekler vs.

    sonuna geldiğinde zaten amacın bu sorulara cevap vermek olmadığını anlıyoruz. hepimiz bir yoldayız ve gidiyoruz o uzun ince yolda. ve benzer duygularla bağlıyız birbirimize.

    oğlunun gidişiyle duygularını gizlemeye çalışıp neşe bürünmeye çalışan anne, jesse’nin de gidişiyle artık dayanamayıp hüngür hüngür ağlıyor. jesse’den çok oğluna akıyor bu göz yaşları hissediyoruz.

    küçük çocuğun koltukta yaptığı danslar ve çok şükür diyerek sürekli toprağı öpmesi favorilerim.

    film hatası: babanın yastıkla çocuğu arabaya yaklaştırdığı sahnede çocuğun o seviyede duramayacak kadar kısa olması.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap