hesabın var mı? giriş yap

  • valla ligin haline bakıyorum da, perez'in örnek göstermesi küçümsemek değil, olsa olsa iltifat olur gibime geliyor. ben olsam tamamen görmezden gelir, yok gibi davranırdım.

  • "instagram'da yarının programı: açılış - kahve - bulut - aynadan yansıma - kedi - yemek - ayak - konser bileti - batan güneş - kapanış"

  • buz yemenin dahil olduğu kansızlık kökenli sendrom. zamanında yediğim kalıp kalıp buzlardan mıdır nedir, soğuk bir şey yeyip içtiğimde boğazımı üşütme gibi bir problemim yıllardır yok.

    edit: listeye bir de yumurta kabuğu ekleyelim. kiremit, beton, uçlu kalem ucu gibi saçmalıkların yanında kıtır kıtır yumurta kabuğu da yiyordum. ne zaman kan ilacı kullansam bütün bu abuk şeylere olan arzum tiksintiye dönüşürdü.

  • suphesiz ki dogrunun "artizlik, entellik" kabul edildigi cennet vatanimizda agzina sicilacaktir.

    hayvan herif

  • hayatimda bazi ritueller var. mesela her sabah kahvemi alip gazetemi okudugum bank da bunlardan biri. biraz amerikanvari evet, ama olsun.

    son iki aydir, tahminimce 60 yaslarinda, dislerinin yarisini kaybetmis, agir adimlarla yuruyen, inceden beli egilmis, basindan sapkasi hic eksik olmayan, sevimli bir amca geliyor her sabah yanima. alman disiplini iste, her sabah 7:40-45'te yanimda oluyor. tanimiyorum. iki aydir hic konusmadik; ama her sabah yanima gelip oturuyor. yaptigi tek sey, oturduktan on saniye sonra basini hafifce gazeteme cevirip goz ucuyla tarihe bakiyor olusu. kisik bir sesle dienstag(sali) diyor ve gidiyor. samstag(cumartesi) diyor ve gidiyor. haftanin yedi gunu boyle. gune bakmaya geliyor. ben de arkasindan gulumsuyorum sadece.

    ne olduysa dun oldu. saat 7:55 olmustu. hala gelmemisti. iki aydir ilk defa boyle bir sey oluyordu. ne okudugum gazeteye odaklanabiliyordum, ne de kahveden tat alabiliyordum. gozum sadece o'nu ariyordu. niye gelmemisti? endise ediyordum. basina bir sey mi gelmisti? gun boyunca aklimdan cikmadi. "montag" demesi gerekiyordu o gun. o kadar kafama takmistim ki, ruyama bile girdi gece.

    bugun sabah oldu. ben yine gazetemi ve kahvemi alip banka oturdum. sadece gelmesini bekledim, adini bile bilmedigim o adamin. kahve iciyordum; ama gazete okumuyordum. saat tam 7:43'te belirdi kendisi. uzun zamandir boyle mutlu oldugumu hatirlamiyorum. oyle bi heyecanla actim ki gazeteyi. bu defa o basini cevirmeye zahmet etmesin diye epey sag tarafa dogru okuyordum. oturdu, on saniye gecti, yine basini cevirdi, bakti, "dienstag" dedi ve kalkip gitti.

    bu defa tedbirliydim. arkasindan fotografini cektim. olur ya bir gun gercekten hic gelmez. anisi kalsin bende.

    http://i.imgur.com/k3q5dyo.jpg
    - http://i.hizliresim.com/oeyeqx.jpg

    bir daha boyle yapma amca.
    gelmeyeceksen bile haber ver.

  • bir süredir yurtdışında mühendis olarak çalışıyorum. çalıştığım inşaat şirketi dünyada ilk onun arasında anılıyor. çocuk değilim. genç bile sayılmam artık galiba. medyatik olmam meslek icabı ihtiyaç duyduğum bişey değil. kaldı ki kariyerimi türkiye'de de devam ettirmiyorum şu an.

    ünlü tanıdıklarım yok. olsaydı da görgüme laf gelir diye bununla övünmezdim herhalde. ya da interneti kullanamasaydım beceriksizliğime laf gelir diye.. iyi okullarda okumuş olmam da övünme kapım olamaz çünkü işimle ilgili ayrıntılar eğitimimle ilgili az çok fikir verir zaten, insanlar aptal değildir, anlayabilirler. aynı evi paylaştığım oğlumun dedesi ile övünmek veya burcumun şahane özelliklerini cv'me eklemek hiç aklıma gelmemişti şimdiye dek. ama burada yemezler onu gibime geliyor. yedirebilene bravo tabi. sonuçta kariyer, kariyerdir diye düşünülüyor herhalde. bana biraz uzak..

    fakat terbiyesiz olmamakla övünebilirim. beni yetiştiren, ünlü olmamalarıyla da çok bişey kaybettiklerini düşünmediğim insanlardan aldığım, nacizane, herkese nasip olmadığını düşündüğüm bir insan özelliğidir.

    hiç bir mahalle ağzı veya zeka yoksunu yazı, bugüne kadar alnımın teri, bileğimin hakkıyla geldiğim noktayı alaşağı edecek biçimde kendimi kaybettiremez bana. çünkü benim bulunduğum nokta başkalarını ne kadar tanıdığımla değil, kendimi ne kadar tanıdığımla orantılıdır.

    yazılabilinecek herşey zaten, benim internet başında olduğum saatlerden çok çok önce girilmiş. fakat tabi insan her olaydan kendine ders çıkarmasını bilmeli. benim çıkardığım ders ise, insan kendi gibi bilirmiş karşısındakini..

  • postmodern romanlarda yazarın asıl hedefi doğrudan doğruya okurdur. yazar kitabını okuyucuyla beraber kaleme alır. satır aralarında okuyucunun da olmasını ister. bundan dolayı alay, parodi, ironi, iktibas gibi birçok tekniğe başvurur. bunda amaç okuyucuyu kitaba dahil etmektir. bazen kitabın yazarı roman kahramanı ile konuşur bazen de roman kahramanı yazarla alay eder. tüm bunların sebebi yazarın okuyucuyu önemseyip ondan entelektüel bir şeyler talep etmesidir. tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji gibi alanlarda bilgi sahibi olmanızı isterler. aksi takdirde anlaşılmak gibi bir kaygıları olmadığı için normal okuru pek dikkate almaz.

    postmodern romanlarda ya da anlatılarda alelade düz bir anlatım beklenemez. çünkü söz konusu eser zaten kendinden öncekilere bir tepki niteliğindedir. diğer bir deyişle avangarddır. kendi başına bağımsız olmak ister. postmodernist romancılar bilir ki kendi yazdıkları eserler geçmişle bağlantılıdır. yani bir metinlerarasılık kavramı varlığını her metinde devam ettirir. bunun anlamı şudur: hiçbir metin kendisinden önce yazılmış metinlerden etkilenmeden var olamaz. dolayısıyla başka metinlere gönderme yaparken ya da kimden etkilendiklerini söylerken çekinmezler. ama bu demek değildir ki postmodernist romancılar metin hırsızıdırlar. kendileri sadece iktibas yaparak alaya alırlar.

    orhan pamuk oldukça başarılı postmodernist romancıdır. yazmış olduğu kitaplarda değişik anlatım tekniklerini, muhtelif iktibasları, sağlam ironileri denemiştir. bunda da başarı göstermiştir.

    cevdet bey ve oğulları kitabında türkiye’nin sekülerleşme döneminde aydınların nasıl bir buhran içinde olduklarını alaylı bir dille anlatır. cevdet’in ağabeyi camı açan hizmetçi kadına “kapat camı kapat, pis yobazlık kokusu geliyor” gibi bir laf ediyordu. islam’a güzel bir taş örneğiyken ölmekte olan ağabeyinin yürek burkan acısını alaya alır. aslında yatakta, ölüm döşeğinde olan ağabeyi değil avrupadan meded uman münevverlerimizdir.

    sessiz ev kitabı karamazov kardeşler’in türkiye’ye uyarlanmış hali gibidir. üç kardeşin farklı farklı siyasi görüşleri ve onların etrafında dönen konuşmalar, babaları, dedeleri, kuşak çatışmasını alaylı bir dille anlatır. dostoyevski okumadan anlaşılmayacak bir kitap değildir. ama ilham kaynağı dev rus romancıdır.

    beyaz kale romanı da yine dostoyevski’nin “öteki” adlı romanına göndermelidir. doğu ve batı çatışmasını osmanlı döneminde, gelenekle barışık bir şekilde anlatır. burada şunu anlıyoruz ki postmodern romanlar gelenekle barışıktırlar. kahramanları çok yönlüdür. dini itikatları ya da ananeleri kitapta olduğu gibi yer alır. fakat okuyucu kendini gülmekten alamaz. çünkü hepsi ciddi değil, ironidir. genel geçer yargılar, ayrıntılar sayfalarca anlatılır. ufak bir ayrıntıdan sayfalarca bahsedilebilir. bunun sebebi okuyucuyu zorlamak ya da aptal yerine koymak değildir. okuyucuyu da alaya almaktır.

    kara kitap romanı ise bence kendisinin şaheseridir. romanın ana kahramanları celal ve galib birbiriyle çağdaş olmayan ama gönül bağıyla birbirine bağlı iki dev şairdir: mevlana celaleddin rumi ve şeyh galib. kuran’dan, hiç kimsenin okumadığı dini risalelerden, hadislerden, enteresan beyitlerden ve istanbul’un o karanlık ve bunalıma sokan çehresinden o kadar çok bahseder ve alıntı yapar ki okuyucu artık ne okuduğunu anlamaktan çıkar. burada yine amaç okuyucuyu düşündürmek ve çeşitli ipuçlarıyla o uçtan bu uca çekmektir. herhangi bir fikir ve tez olmadığı için okuyucu ne okuduğunu da anlayamaz. dolayısıyla belli bir romandan beklenen haz alma, sürekleme ya da hayretler içerisinde bırakacak bir sonuç bu tür romanlarda yoktur. okuyucunun beklentisini karşılamadığı için de okuması zor roman katogorisinde görülür.

    benim adım kırmızı romanında tüm karakterleri konuşturup alaylı bir olayı aydınlatmaya çalışır. “benim adım kırmızı” bölümünde konuşturduğu ise bana kalırsa tanrı’dır. her şeyi kuşatan ve gören tanrı’yı kırmızı renkte tasvir etmesi çok düşündürücüdür...

    kafamda bir tuhaflık ve kırmızı saçlı kadın romanları daha okunabilirdir. modernist teknikleri pek uygulamaz. klasik okuyucunun taleplerine cevap verir. fakat yine doğu batı çatışması, şehirleşme, bunalım, baba katilliği gibi evrensel konuları işlemekten geri durmaz. kırmızı saçlı kadın diğer romanlarına göre çok sönüktür. buraları okuyorsan eğer sayın pamuk, lütfen kara kitap’ın şanına leke sürmeyecek yapıtlarla okuyucunun karşısına çık. kırmızı saçlı kadın gibi çalakalem romanlar olmuyor...

    özetlersek, gerek pamuk’un gerekse diğer modernist, post-modernist romancıların kitaplarını okurken, klasik bir okuyucunun taleplerinden uzaklaşarak hem yazarı hem de kendimizi anlamaktan geri durmamamız gerekmektedir. okuyucu unutmamalıdır ki, o romanlar okuyucu olduğu için vardırlar. “metin her okunduğunda yeniden yazılır” düsturu her zaman akıllarda olmalıdır.