• - izmir

    ben ne kadar boşluktaysam herkes o kadar boşlukta aslında. hayatlarını anlamlı kılıyormuş gibi takılanlar bile içlerinde hangar gibi boşluklar taşıyor olabilirler aslında. bir arkadaşla konuşuyorum, karı koca evlerine 300k para giriyor, terfiler merfiler o biçim ama arkadaşım "sanki olmamışlık var içimde, şu ana ait değilim sanki yanlış yerdeyim anksiyetesi var" diyor.

    geçmişte ben kendimi kurtarmaya çalışırken ısrarla bende anlam arayanlara, benimle benim kurmak istemediğim bağlar kurmaya çalışıp beni yavaşlatanlara, hayatlarında olayım diye benimle boğuşanlara sinirlenirdim "ulan benim kendime faydam yok sktirin gidin başımdan" diye, hiç de ulvi olgun bir tip değilim yani savaş veriyordum herkes gibi. herkes boşlukta bir tutungaç arıyor işte. çok iyi anlıyorum şimdi onları da. tutunmaya çalışan kişi tutunduğu şeyin sağlamlığını düşünecek halde olmuyor, çırpınırken tutunuyor işte tutunduğu şeyi de parçalamak pahasına. ben sağlam mıydım? değildim ama tutunmaya çalıştılar. ben de tutunacak bir sebep arıyorum artık. gökyüzüne baktığımda kocaman bir göz belirsin ve bana blink yapsın istiyorum. bir film izleyeyim bir kitap okuyayım "evet lan" diyeyim. kimseyi aşağı çekmeyecek kadar farkındayım. beşeri kimseye tutunmayacak kadar aklım başımda. kimsenin suçu yok, ben kendimi başarıyla sabote ettim geçen bir-iki sene içinde. ilerliyordum gayet. az kalmıştı aslında istediğim noktaya, o istediğim noktadan korktum. kendimi o noktada göremedim. yakıştıramadım. "o" kişi olunca düşeceğim boşluktan korktum. "ya sonra" dan korktum. hedeflediğim zirvenin tepesine çıktığımda aşağı bakmaktan, orada esecek rüzgardan -en azından kendi tırmandığım dağ için- en tepeden korktum. zirveyi düşününce bile başım döndü. kendimi "başarmış" hissiyatına ait hissedemedim. başarısızlık şeması.

    hedeflerime giden yolun rotasını itinayla değiştirdim, hani şeydir böyle zirveye tırmanırken çizdiğiniz rota gayet net ve güvenlidir ama saçmalayasınız gelir "dur lan dağın şu tarafından ne var acaba, tepeyi dolanayım yan yan gideyim" dersiniz de salak bir düzlük çıkar yan taraf, ancak bir keçinin tırmanabileceği bir düzlük; dağ keçisi olmadığınız için doğal olarak kayıverirsiniz. bomboş uçuruma yuvarlandım, havada hala süzülüyorum. ne kadar kaldığını tam da kestiremediğim, belki daha tırmanmam gereken o zirveye ulaşıp da oturup etrafına bakmaktan daha kolay geldi aşağı doğru süzülmek. düşünce bakarız dedim. düşmek istedim lan resmen. izahı yok başka. boşlukta süzülüyorum. bulutların içinden pof pof geçerek aşağı süzülürken, evvelinde tırmandığım yerler gözümün önünde film şeridi gibi geçiyor.

    bugünler de diğerleri gibi geçecek. ben yine neşemi mizah anlayışımı ve hayata karşı çok sevdiğim perspektiflerimi geri kazanacağım, hatta bir şey diyeyim mi eskisinden de efso şekilde olacak bu. ilk boşluğum mu sanki ben ne çöküşler gördüm, kurumsaldan haksız yere kovuldum, birlikte büyüdüğüm insanlar tarafından siktir edildim, yalnız başıma dağa bakıp "ben ne yapıcam lan" diye gecelerce oturdum, günün sonunda omzumu öpüp daha müthiş kalkmadım mı ayağa sanki, sadece perspektif satarak para kazanmadım mı, "oha ben bunları yapabiliyor muymuşum" demedim ki sanki, hint filmlerinin sonu gibi ılgım salgım dans ede ede ilerlemedim mi? ilerledim. sen yine tırmanırsın güzel bebişim. bu sefer çizdiğin rotaya sadık kalırsın zira dağın -gitmemen gereken- öbür yüzünü de gördün mü, gördün. nereler ancak bir keçinin tırmanabileceği düzlükte, nereler kancanı takabileceğin çıkıntılara sahip, karabinayı nasıl sağlamından takacaksın, hepsini gördün hepsini. bu ne demek, gücünü kuvvetini toplayabilirsen eskisinden daha fıtı fıtı tırmanacaksın demek. gücünü toplamak için ne lazım? kendinle kalman lazım. kendine iyi bakman lazım. iyi beslenmen lazım. kendini beslediğin insanlara dikkat etmen lazım. bedenini güçlendirmen lazım. oturduğun yerden hazır hissetmeyeceksin, ulan bunu insanlara anlatan sendin. komadan uyanan insan gibi, ufak adımlarla başlayabilirsin tabi bir anda kendinden maraton bekleme. arka planda sürekli "düşmeyebilirdin aptal. yolu biliyordun, bir insan birkaç kere düşer mi, tamamen senin beceriksiz olmanla ilgili, senden bir bok olursa kalıbımı basarım" diye homurdanan, küçüklükten içselleştirdiğim iç sesimi kısarak seviyorum seni, söylerken hafiften yüzümü buruştursam da.
  • bugün de hayatta kaldık
  • fena halde canım sıkılıyor. biramı bitirip yatıcam.

    şimdi bir şeyler yapmanın tam zamanı. denemeden oturarak hiçbir yere varacağım yok. kendi tembel doğamı yenip yeni bir sayfa açmak istiyorum.

    bütün kırgınlıkların geçmişte kaldığı bir yeni sayfa. aslında tüm kırgınlıklar bir çeşit maruz kalma hali. bir çeşit ''zaten keyfim yoktu bu da bahanesi oldu'' halleri.

    yani artık keyfim olsun, param olsun. daha üniversitedeyken uyanmalıydım bu hayata. ama geç değil. param olması için gereken özveriyi sergilemeliyim.
    sonra da benim ayağıma dolanan herkesi terk edip gitmeliyim.

    evet başardım, sizin sayenizde de olmadı, aslında size rağmen oldu demeliyim insanlara. demesem bile öyle düşünmeliyim içimden.

    elbette insanlar da değişecek, benim yeni halime göre yeni tavır alacaklar.
    bense hoşlanmadığım bütün tavırlardan uzakta, belki tek başıma yaşıyor olacağım.

    bu aşamaları geçip hayatını kurmuş olanlar da okuyordur bunları, sevgili günlük. sahi, siz bu aşamaları geçtiyseniz geriye ne kalıyor yaşamak için? belki sadece mutluluklar, güzellikler... umarım öyledir.
  • dersimi alan emekli bir öğretmen var. başarılı, girişken, hayattan keyif alan, dokunduğu ve bir yerlere gelen çok sayıda öğrencisi olan değerli biri. her hafta ders saatinden yarım saat kadar önce gelir, titizlikle tüm derslere katılır. kürsüyü, ders anlatmayı, mesleğini çok özlediğini hissediyordum. bu haftaki derste, hocam bu ders sizindir, buyurun diyerek kürsüyü hocama bıraktım. yaklaşık 90 dakika tecrübelerini aktardı. ilk görev yeri bayburt'un bir köyü imiş. 70'li yıllar... orada geçirdiği bir kış mevsimini anlattı. metrelerce yağan karı, yaktığı tezekleri, soğuk köy gecelerinde radyosu ile birlikte yorganın altında uykuya daldığını, gaz lambasını ve kış mevsimine dair başka detayları. hoca anlattıkça hayal ettim. kışa dair sevgim çok fazla. yıllardır da bir kara kış yaşamadım. hocanın anlattığı 1974 kışı özlemimi dindirdi. gerçek anlamda yaşadığım son yaman kışı zor hatırlıyorum. yaşanan son eski kışlar benim çocukluğumun ilk yıllarına tekabül ediyor. lakin bugün zahiren de olsa bir bayburt köyü kışı yaşadım ve mutlu oldum.
  • sıklıkla yolumun düştüğü şehrin sevdiğim bir semtinin ara sokaklarından birinde küçük bir esnaf lokantası var. gündüzleri ev yemekleri yapan tığ işi nostaljik perdeleri ve 3-5 masası ile muhtemelen zar zor çekip çevrilen küçücük bir dükkan. bazı akşamlar kapanıştan sonra oradan geçerken bakıyorum dükkan sahibi ışıkları söndürüp bir kaç gaz lambası ve mum yakmış, güzel bir sofra hazırlamış. kadınlı erkekli bir grup arkadaşı ile sanat müziği eşliğinde sohbet edip rakılarını yudumluyorlar. o kadar özeniyorum ki o sahneye, keşke benim de böyle bir işim olsaydı ve akşamları günün yorgunluğunu kendi işyerimde hazırladığım böyle bir sofrada sevdiklerimle sohbet ederek üzerimden atabilseydim diyorum. hayalleeer hayatlar işte..
  • sevgili günlük, sıradan bir iş günü geçiriyorum. keyif kaçıran bir şey yok.

    ama söylemek istediğim bir şey var.
    sokağa çıktığımda bazen bazı insanların sözlü saldırısına uğruyorum. hem cahil hem kötü niyetli insanlar bana düşmanlık besliyor gibi hissediyorım bazı bazı.

    bana, düşüncelerime karşı "olası" bir kesim elbette var. onların benim hakkımda yanlış izlenimlerini yüzüme karşı kusmaları canımı sıkıyor. bilerek çarpıtıyorlar ya da gerçekten cahiller ya da ikisinin bir karışımı.

    bu yüzden kendim hakkında bilgi vereyim size:
    ben hiçbir madde kullanmadan önce de acayip bir insandım. hiçbir zaman normal olmadım. hem gey hem weirdoyum, sosyal olarak uyumsuzum. ilgi alanlarım yaşıtlarımdan çoğunlukla farklı. çünkü izole şekilde büyüdüm, mahalle yaşandım olmadı.

    yani bi şeyler içip de dünyayı şaşırmak falan gibi bir durum yok. iyiyi iyiye kötüyü kötüye bağlama bağnazlığını, herşeyi birbiriyle alakalı zannetme önyargısını bırakın.

    tek başıma kendi şahsıma münhasır biriyim. kimsenin kulu köpeği değilim. içimden geldiği gibi yaşamaya gayret ediyorum ve kimseye örnek olma gibi bir kaygı gütmüyorum.

    olsa olsa kendim gibi insanların ilgisini isteyebilirim. sevmeyenler de kudursun
  • çok öfkeliyim. ancak bu öfkemin sebebinin benim sana olan yaklaşımımı sürekli konu edinmeleri mi yoksa edindikleri konunun gerçeklik payının olması mı onu anlayamıyorum. yani bu öfkemin kaynağı her ne kadar o insanlar gibi görünse de, onların tek yaptığı sadece birşeyleri dile getirmek oldu. benim de bildiğim, senin de bildiğin bir şeyi fark etmiş olmaları mı beni öfkelendirdi yani.
    bu çok saçma değil mi? yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali üste çıkma çabam, aslında sadece kendimi kandırmak adına girdiğim bir mücadele değil de nedir?
    ben her ne kadar yolda olmayı seviyorum desem de hiç girmemiş olmam gerekmez miydi bu yola?
    işin buralara kadar geleceğini düşünmedim diyemem. yeşil bir arka fonda, serin bir rüzgar esintisi ile usul usul gelen su sesleri arasında, girmek üzere olduğum yolun tehlikeli olduğunu sana anlatmaya çalışmıştım aslında, gözlerim dolu dolu. ancak öyle bir gidemezsin dedin ki, gitmek mümkün olamazdı.
    sana bu derece sirayet edeceğini bilsem belki daha dirayetli davranır ve tam anlamıyla engel olamasam da bu derece dikkat çekmemek adına önlem alabilirdim. deyim yerindeyse bağrıma taş basar yine de senin üzülmene müsaade etmezdim. ama birşeyler benim aklımı, mantığımı ele geçirdi ve basiretim bağlandı.
    işin en ironik tarafı da ne biliyor musun?
    bazı kişilerin sana yaklaşımı konusunda seni uyardığım gibi, başkalarının da benim sana yaklaşımım konusunda seni uyarmış olması.
    bundan sonra ne olacak peki?
    ben gideceğim. er ya da geç gideceğim. bunun başka bir çözümü bence yok çünkü.
    sen ancak ben gittikten sonra rahat edebilirsin. keşke bir çözümü olsa. keşke bir çıkar yol olsa. benim aklıma gelen yok maalesef. belki senin aklına gelir. umarım gelir. lütfen gelsin.
  • sevgili günlük,

    bazı günler sanki bir sanat filminin içimdeymiş gibi hissediyorum. odamın duvarlarına bakıp bakıp iç geçiriyorum. uzun mesafelerden alıp bugünlere taşıdığım düşüncelerim beni bir sapkınlığın eşiğinden içeriye atıyor ben tutup geri çıkarıyorum… iki kişi gibiyim…

    bazen düşündüğüm ve hep yarıda bıraktığım konular var. daha uzatsam kendimi çıkardığım eşiklerden yuvarlanacağım, biliyorum

    depresyonda filan değilim. aşk acısı da çekmiyorum. konu hiçbi zaman bu olmadı.

    iki kaşımın ortasında bir alamet var. ben diyeyim ipek yolu sen de tuna nehri. öyle uzun, derin…

    bi yazı okudum diyor ki; eğer simülasyonda olsaydık farketmemiz imkansız olurdu. eğer farkedemeyeceksek simülasyonda olmanın ne anlamı var?
    daha ileri medeniyetler ya simülasyon yapmayı bilmiyor ya da yapmakla ilgilenmiyor.
    bu üçünün dışında başka seçenek yokmuş…

    eğer simülasyonsa ve ben misal alemlerinden herhangi bir olasılığı uyandırarak onu var ediyorsam yahut sanıyorsam çok büyük bir dahi olmalıyım.
    izlemekten bıkmadığımız filmler, dinlemekten sıkılmadığımız şarkılar yemekten her defasında aşırı tad aldığımız şahane yemekler hayal ürünüm olabilir mi?

    olamaz değil mi?

    biz keşfetmiyor ilhamlandırılıyorsak
    öğrenmiyor hatırlıyorsak ‘mona rosa’ ’yı kim yazmış oluyor? ben sezai karakoç’tan önce niye hatırlamadım peki?

    1- sabah aç karnına filtre kahve
    2- gün içinde sıcak su
    3- akşam yatmadan önce kefir

    hepsinin çözümü bu
    ya inanır uygularsınız ya da okuyup geçersiniz!
  • sevgili ekşi günlük;

    bugün de bu yarak gibi şehirde bir günüm daha yarak gibi geçti. yaza az kaldı. kurtuluyorum. çok yer gezdim, çok ilde/ilçede yaşadım. geri dönüp bakmayacağım bir yer burası. sözde bir de il merkezi. sizi il yapanı sikmek lazım.
  • yirmili yaşlarda anlam arayışındaki gazla girdiğim sözlük serüveninde, yaş yolun yarısını geçince yavaş yavaş elini eteğini çekesi geliyor insanın. önceden tüm duygularımı paylaşıyordum burda, anonim bir kimlikle aslında kendim olabildiğim tek yerdi burası. şimdi nasıl soğumuşum haberim yok. sadece sözlükten mi, hayır. sözlüğün hayatıma kattığı şeylerden de soğudum.

    şu hayatta kendim gibi birini hiç bulamadım. kime denk düştüysem kadını ile erkeği ile hep sığ kaldı, ben de sığ sulardan bir adım ileri gidemedim. oysa okyanusun derinlerine inip orda büyük arayışlara girmem gerekirdi. yapamadım, belki imkansızlık belki biraz isteksizlik bilemedim, bildiğim şey ise durduğum yerdeki memnuniyetsizliğim.

    kabına sığamayan bir insanım, aklımda koca bir evren var ama bedenim küçücük bir yere hapsolmuş durumda. içinde yaşarken istanbul bile küçük geliyordu, sığamıyordum. hep dışarıyı merak ediyordum, şehirleri, ülkeleri, insanlarını. ne üzücü ki tüm bu merakımı giderebilecek durumda da olamadım. elimi kolumu bağladı pandemi ve sonrası süreç, sanki çarmıha gerilmişimde, bir tek gözlerimden görebiliyorum dünyayı, rüzgarı tenimde hissediyorum ama ellerim ayaklarım prangalı...

    umut...

    belki bir gün değiştireceğim her şeyi, yaş kaç olursa olsun, belki bir gün rutin yaşamaya elveda deyip, evren kadar büyük merakımı sırt çantama alıp, yollara düşeceğim, belki bir gün yeniden kendim olabilceğim, çünkü ben kimse değilim...
hesabın var mı? giriş yap